Etrafımıza
baktığımızda sürekli olarak insanlarımızın; dostlarından şikayet ederek, gerçek
ve halis dost aradıklarının söyler ve çoğunlukla da dostlarının kendilerini
arayıp sormadıklarından sitem ve şikayet ettiklerini görürüz.
Peki, bu
sitem ve şikayeti yaparken bizler ne kadar dost, akraba ve arkadaşlarımızı
soruyoruz diye düşünmemiz gerekmez mi? Sürekli başkalarını bizleri sormamak ve
vefasız olmakla suçlar ve gelip bizleri sormalarını beklerken, kendimizin de
aslında aynı durumda olduğumuzu görmek istemeyiz.
Şimdi
kendimize soralım: En son ne zaman menfaatimiz olmadan veya bir işimiz düşmeden
bir arkadaşımız veya dostumuzu sırf hal-hatır sormak için aradık?
Yoksa
sorarsam benden bir talebi, bir isteği olur diye sormaktan vaz mı geçtik?
Zamane insanlarının tavrına uyarak, “Selam verdim borçlu çıktım” diye
düşündüğümüzden aramaktan vaz mı geçtik?
Dostluk
temeli güvene, karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan insani ilişkilerdir. Günümüzde
ise daha çok menfaat ve çıkar amaçlı olan yakınlıktır. Bu durum ise güven
duygusunu zedeleyip, aradaki muhabbeti keser. Bizler bu güven ve itimad varken
ve “Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var” atasözünü terk ederek, neden sadece
menfaate dayalı günümüz materyalist felsefesinin esiri olduk. Kendimizi
sorgulamamız, inancımız ve örfümüzden ne kadar uzaklaştığımızı görmemiz
gerekir.
Bazen
etrafımızda neden kimse yok? Nerede eski dostlar? diye sitem ederiz. Bazen de dostlarımızın
hastalık, düğün, nişan, taziye vb. etkinlikleri olunca dostların ve tanıdıkların
fazla olmasından ve kendimize ayıracak boş vaktimizin olmadığından dert
yanarız. Ancak bir musibet veya sevinç günümüzde dost, akraba ve tanıdıkları
yanımızda görmek isteriz. Tabi ki her nimetin birde külfeti vardır. Külfetsiz
nimet yoktur. Nasıl ki, bizler acı ve sevinçte dost ve yakınlarımızı yanımızda
görmek istiyorsak, dostlarımızda aynı şekilde bizleri yanında görmek ister.
Maalesef
toplum olarak öyle bir hale gelmişiz ki, herhangi bir menfaat veya teşrik-i
mesai içinde olmayan insanlar birbirlerini sormaz ve aramaz hale geldi. ALLAH
rızası için ziyaretleşme ve sorma neredeyse kalmadı. Oysa bizler dostlarımız,
yakınlarımız ve din kardeşlerimizi menfaat ve bir beklenti için
değil Allah için sevmeliyiz.
Geçmişte “arkadaşıma
kurşun değmesin bana değsin” diyecek kadar fedekâr olan insanlar, neden konu
dünya menfaati olunca farklı davranıyorlar. Sıkıntı zamanında arkadaşı yerine
kurşun yemeyi samimiyetle göze alanlar, bollukta aynı tavrı neden takınamıyor?
Öyle bir zamandayız ki; Ensar ile Muhacir arasındaki kardeşlikten bahsediyoruz
lakin en yakın dostumuza hatta kardeşimize bırakın infakı, borç para bile
vermek istemiyoruz. Ne hale geldik?
Değerli
dostlar! Kendimize gelelim de, menfaat dairesinde olan ilişkiler yerine,
öncelikle bizler sadık ve vefalı dostlar olalım. Sonrada sadık ve vefalı
dostlar edinelim. Unutmayalım ki, menfaate dayalu dostluklar menfaat kesilince
biter. Oysa sadık ve gerçek dostluklar sevinçte de darlıkta da devam eder.
Yazıyı
uyarıcı bir ayetle tamamlayalım:
“Ey iman
edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun” -Tevbe Suresi: 119- Selam ve dua ile…