Meslier “Mevki hırsı, zenginliği ya da
hazları söz konusu olunca, Tanrı da tehditleri de vaatleri de kimseyi
bağlamaz.” Diye garip bir söz söylemişti…
Bunun üzerine onun neden ateizme
yöneldiğini merak etmiş “sağduyu” adlı kitabını okumuş ve onu ateizme götüren süreci
kendimce irdelemeye çalışmıştım.
Elbette Meslier’in genelleme yapması
doğru değildir.
Muhtemelen yıllarca mensubu olduğu ve
bünyesinde papaz olarak görev yaptığı Katolik dünyasının dini kendi maddi
çıkarı için kullanmasına gösterdiği bir tepkiydi ve bu tepki yüzyıllarca
süregelen yanlışlar silsilesine en üst perdeden getirilen bir eleştiriydi…
Peki, ama neden Meslier yaşarken bu
fikirlerini içeren vasiyetini yayınlamaktan korkmuştu?
Aslında bunu tahmin etmek zor olmasa
gerek…
Vasiyetim dediği ve sonraları
Voltaire’nin kitaplaştırıp yayınladığı ve neredeyse baştan sona kadar Katolik
dünyası ve öğretilerine yönelik ağır eleştiriler olduğunu okuyunca, neden
yayınlamadığına dair bir fikir de oluşuyor insanda haliyle…
Gelgelelim hayatının büyük bir bölümünü
teist olarak geçiren Meslier’in neden ateist olduğuna…
Elbette kesin bir şey söylememekle
beraber bazı tahminlerde bulunabiliriz.
Görev yaptığı köyde köy ağasıyla karşı
karşıya gelmesi ve köy ağasının onu kardinale şikâyet etmesi neticesinde kilise
tarafından cezalandırılmış ama Meslier doğru olduğuna inandıklarını söylemekten
vazgeçmediği için defalarca cezaya çarptırılmıştı.
Muhtemelen yukarıdaki sözünü de bu
olaylar sonucunda söylemiş olmalıydı.
Ancak burada bir soru akla geliyor.
Madem anlattıklarının doğruluğundan
emindi neden kiliseyi ve öğrettiklerini inkâr etmekle yetinmemiş ve ateist
olmuştu.
Öyle ya anlattıkları ona göre Allah’ın
sözüydü ve doğruluğundan şüphe etmiyordu ve bu anlattıkları yüzünden kilise
tarafından cezalandırılmıştı.
O halde Allah’ı inkâr etmek yerine doğru
bildiklerini anlatması ve kilise ve öğretilerini inkâr etmesi gerekmez miydi?
Neden toptan bir inkâra girişip ceza
aldığı doğruları yüzünden Allah’ı inkâr etmişti.
Muhtemelen duygularına yenilmiş ve
kiliseden intikam almak istemişti.
Demek ki Filozof bile olsa duygularına
yenik düştüğü takdirde yoldan sapıp akıl tutulması yaşayabilir.
Peki, bunun psikolojik arka planında ne
yatıyor olabilirdi?
Çok fazla derinlere inmeden yüzeysel bir
iki tahmin yürütebiliriz belki…
Belki de Montaigne’in: "Bazıları
inanmadıkları şeylere inandıklarına, halkı inandırırlar; sayıları daha çok olan
bazıları da inanmanın içeriğine nüfuz etmeyi bilmediklerinden inanmadıkları
şeye kendi kendilerini inandırırlar, yani nefislerini aldatırlar." sözü
konu hakkında bize bir ipucu verebilir.
Peki, ama neden insan inanmadığı bir şeye
kendini inandırma çabası içine girebilir ki?
Aslında biraz düşününce Meslier’in
yukarıda ifade ettiği sözünü kendisi için söylediği açıkça görülebilir.
Zayıflamış olmakla birlikte skolastik
dönemin son demleri hiyerarşisi içerisinde dönen dişlinin bir parçasıydı.
Dolayısıyla toplum nazarında bir
saygınlığı ve küçük de olsa bir makamı vardı.
O halde ya çıkarı zedelendiği için
duygusal davranmış ve bu şekilde bir tepki göstermişti.
Ve ya Montaigne’inin dediği gibi çıkarına
hizmet ettiği için kendini inandırmıştı.
Ya da cahildi.
Belki Meslier’in filozof olduğunu
dolayısıyla cahil olamayacağını düşünebilirsiniz; ancak cehalet sadece bilgisiz
olmakla değil, yanlış bilgilerle bilgilenmek, maddi bir çıkar elde etmek ve
insanları kandırmak için bilgilenmeye ihtiyaç duymak da cehalet kategorisinde
sayılabilir.
Bütün bunların ışığında şunu rahatlıkla
diyebiliriz ki; Meslier’in ateizme yönelişinin derin bir ilmi ve düşünsel bir
sürecin sonucunda oluşmadığını, dolayısıyla samimi olmadığını söyleyebiliriz.
Onun, zedelenen itibarı, kesintiye
uğrayan maddi çıkarı, kaybettiği makamı neticesinde bozulan akıl sağlığı
sonucunda kiliseye bir tepki olarak ateizmi tercih ettiğini düşünebiliriz.
Çünkü Hegel’e göre “Yaşamın kendisini
araçsallaştırmak; ancak öz bilinci ve gerçek beni ortaya çıkarır.” Oysa Meslier
ateizm için hayatını araçsallaştırmamış; bilakis fikirlerini gizlemiş ve
yayınlamaktan korkmuştu.
Nitekim yüce yaratıcımız Cuma suresi 5.
Ayette bizi uyarmış ve şöyle buyurmuştu: “... Onların durumu sırtına kitap
yüklenmiş merkebin durumu gibidir…”