İman ve küfrün yönetimdeki farkını Kur’an-ı Kerim
şöyle tespit eder:
“Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde
iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten
nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.” (Hac 41)
“(O münafık, kafir) hâkimiyeti ele aldığında ise
ülkede bozgunculuk çıkarıp ürünleri ve nesilleri yok etmeye çalışır. Allah
bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 205)
İlk tabloda namaz var. Haliyle namazın on iki farzının
her birinin bir galaksi kadar hükmettiği sahayı yıldızlarla süslemesi gibi
zekatın metafiziği de maddenin ruhu olan manayı diri tutuyor.
Yine emri bil maruf ve nehyi anil münkerin de yetki
ile tatbik edilmesi teraziyi daima dengede tutuyor.
Böyle bir iktidar, yoldan şaşmadığı sürece “Ümmetim
istikametle gitse, ona bir gün(bin yıl) var.” Hadisi şerifinin işaretiyle bin
yıl hükmedebilir.
Peki küfür ve nifakın yönetiminde ne var?
Fesad var. Kargaşa var, kibir, şımarıklık, despotluk
var. Zulüm, yıkım, ğadr var.
Ekini yani toplumun asırlarca biriktirdiği kültür ve
medeniyeti, emeği, ortak aklı, şiiri, mimariyi, sanatı, birlik ruhunu,
muhabbeti, uhuvveti, dayanışmayı, intizamı evet bütün bunları dağıtma,
mahvetme, tüketme, kıymetten düşürme var.
Nesli, aileyi, namusu, iffeti silip yerine edepsizliği
yayma var. Gençliğin elinden Kur’an ve Sünneti alıp bunların yerine
uyuşturucuyu, cinsi sapkınlığı, içkiyi, kumarı, başıboşluğu, zevkperestliği
vererek batıla kul köle etme var.
Ve geçmişten bugüne iki taraf da yönetimde, yukarıdaki
ayetlerin bahsettiği hususlarda yarışıyorlar.
İman ehli bir öncekilerin fetihlerinden daha ileri
gitmeye çalışırken küfür ehli ise öncekilerin şerrinden daha fazlası için
uğraşıyor.
Mekke’li müşriklerden daha iyi put yapmanın onbeş asır
ötesine gidip o sanemleri dans ettirmeyi deniyorlar. Ve halkın, saygı duruşunda
bulunacağı heykellerin yerlerini, sayısını, şeklini hayal ediyorlar.
Amaçlarına hizmet etmediğini düşündüklerinde camileri
ahır yapmakta, ezana ilişmekte, Kuran Kurslarını kapatmakta, başörtüsünü
yasaklamakta başkalarına taş çıkartacaklarında şüphe yoktur.
Fakat yönetime de gelseler aşmaları mümkün olmayan
birkaç engel var.
Birincisi; Kuranın ilahi kudret tarafından korunmuş
olması. Bu durum küffarın çok canını sıktığı için ancak anlaşılması ve sosyal
alanda emir ve yasaklarının uygulanmaması için tedbir alıyorlar.
İkincisi; Resulullah(sav)’in sünnetinin çekiciliği,
lezzeti. Sünneti çelişkili gibi gösterme hileleri de buna mani olamıyor.
Üçüncüsü; Geçmişten bugüne iyilerin, hep din ve imanla
alakalı kimseler oluşu. Diğer milletler, tarihlerindeki meşhur isimlerden
bahsederken onların karşısına “bizde de şunlar var” diyerek çıkanlar mecburen
Selahaddin Eyyubi’yi, Şeyh Said’i, Bediüzzaman’ı, Yunus’u, Mevlana’yı ve onlar
gibi Allah erlerini sayacaklar.
Dördüncüsü; İslamın izzeti için ruhunu feda eden Aziz
şehitler. Gah camide, gah Hakka davette, gah zalimin elinde işkencede, gah
kurban eti dağıtırken can veren yiğitlerin kanı öyle buharlaşıp giden basit bir
sıvı değildir. Döküldüğü toprağın gerektiğinde bileğinden tutar, gerektiğinde
boynundan.
Ve cümle alem, Amerikanın süperliğinin Gazze’deki
tünellerde söndüğünü görmüşken onun altın tepside sunduğu yönetim avantajı için
cinsiyetinden bile vazgeçebilecek olanların üstünde ve her şeyin üstünde Hakkın
havl ve kudreti vardır.
Ne gibi?
Mesela şunun gibi:
“Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını
isteyenlere dünyada ve âhirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz
bilmezsiniz.” (Nisa 19)