Ölüm, ele avuca sığmaz bir avcı gibi tetikte bekliyor.
Tuzağına düşürdüğü avı amansız bir şekilde yakalayıp götürüyor. Öyle olmadık
yerde birden yakalayıveriyor ki ölüm kişi neye uğradığını bile anlama imkânı
bulamıyor. Kimseyi de kayırmıyor, genç yaşlı dinlemiyor, hatta beşikteki bebeğe
bile ayrıcalık tanımıyor. Şu gençtir, yeni okulunu bitirdi, hayalleri, arzuları
var. Bunca yıl çile çekti, hele bir makam mevki sahibi olsun, emeğinin
karşılığını görsün, hayattan tat alsın, sonra bakarız demiyor kimseye.
Ölüm her fırsatta kendini gösteriyor. Depremlerle geliyor
bize. Bir anda fırtına gibi esiyor. Göz açıp kapayana kadar onlarcasını,
yüzlercesini alıyor aramızdan. Bazılarımızı evlerimizde, yemek sofralarında
otururken veya yataklarımızda yatarken buluyor. Diğer bazılarımızı, iş yerlerimizde,
markette, asansörde, eğlence mekânlarında, misafirlikte…
Tatlı hayaller kurarken, on yıl sonrası ile ilgili projeler
üretirken zihinlerimizde birden karşımıza çıkıyor. Hazırlıksız yakalayıveriyor
bizi. Hiç bilmediğimiz, ummadığımız, hakkında tefekkür etmediğimiz,
hayallerimizde bile yer vermediğimiz bir dünyaya doğru alıp götürüyor bizi.
Ah keşke ölümden ders alsaydık! Keşke ölüm gerçeği
uyandırsaydı bizleri! Ölmeden önce uyansaydık, anlasaydık, düşünseydik, ibret
alsaydık.
Gece gündüz uyarıyor ölüm bizleri… Birkaç dakika önce
birlikte güldüğümüz, yemek yediğimiz, hayallerimizi paylaştığımız
sevdiklerimizi, dostlarımızı, yakınlarımızı aramızdan alarak adeta çığlık
çığlığa uyarıyor her defasında…
Bakın onlar da sizler gibiydi diye feryat ediyor ölüm. Hiç
ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlardı. Bu fani dünyada ebedi kalacaklarını,
hayatlarının hep böyle süreceğini sanıyorlardı. Dört elle sarılmışlardı hayata,
tutkularına, dünyevi arzularına, bitip tükenmek bilmeyen emellerine… Ama bakın
öldüler işte! Ben aldım onları aranızdan. Kopardım onları hayatlarından,
dünyalarından, sevdiklerinden, arzularından, evlerinden, arabalarından,
bankalardaki paralarından…
Siz de ibret alın! Tesadüf eseri yaratılmadınız. Sahibiniz,
efendiniz, sanatkârınız, Rabbiniz iş olsun diye sizleri yaratıp bu dünyaya
göndermedi. Yaratılışınız amaçsız değil. Dünya hayatı sizler için geçici bir
misafirhane, bir dinlenme durağı, bir menzil. Bir sınav yeri… Hiç bitmeyecek
bir hayatınız olacak. Sonsuz ahiret hayatınız. Ben sizleri bu fani dünyadan
alıp ebedi yurdunuza götürecek olan bir aracıyım… Ben sizi yok etmiyorum.
Dünyanızı değiştiriyorum sadece…
Lütfen ben gelmeden uyanın, aklınızı başınıza alın, asıl
yurdunuza hazırlıksız gitmeyin! Kaybedenlerden olmayın! Ben tanıyorum sizleri…
Acılara, zorluklara ne kadar tahammülsüz, ne kadar zayıf varlıklar olduğunuzu
biliyorum. Bakın dayanamazsınız! Hazırlıksız giderseniz o bilinmezlik âleminde
payınıza acıdan başka bir şey düşmez. Bir baş ağrısı karşısında bile paniğe
kapılan sizler hiç bitmeyecek bir acıya nasıl tahammül edersiniz?
Masal anlatmıyorum size! Beni dinleyin, benden ibret alın!
Bakın binlerce yıldır içinizden çıkan binlerce peygamber, binlerce elçi, yüz
binlerce yüce insan hep benim sizleri alıp götüreceğim o ebedi dünyayı
hatırlattı sizlere, ona hazırlık yapmanızı istedi. Sizde biliyorsunuz ki onlar
sizlerin en iyilerinizdi. İçinizden çıkmış en dürüst, en ahlaklı, en akıllı, en
doğru sözlü insanlardı. En iyilerinizin binlerce yıl bir yalanı tekrarlamak
için ağız birliği etmesi mümkün mü?
Lütfen, ben gelmeden, bir deprem, bir sel, bir kaza, bir
affet bahanesiyle sizleri alıp götürmeden uyanın! Feryadıma kulak verin!