Şehirde yaşamamış, ömrü köylerde
geçmiş bir gariban bir gün bir işi için şehre gitmek zorunda kalmış. Adam
şehrin sokaklarında, kesme taşlarla kaplı yolda yürürken sokak köpeklerinin
saldırısına uğramış. Adam kendini savunmak için caddeyi kaplayan kesme taşlara
el atmış. Ama ne mümkün, taşlar bana mısın dememiş. Taşları yerinden söküp
alamayan adam şaşkınca şöyle mırıldanmış: “ Hayret! Ne biçim yer burası?
Taşları bağlayıp köpekleri salmışlar!
Acı ama biz bu ülkenin insanları,
dindarları, mazlumları, halk çoğunluğu, biz de o gariban adamın yaşadığı
şaşkınlığı yaşıyoruz. Hem de bizden bildiğimiz insanların iktidarda olduğu, en
azından sözlerinin geçtiği bir zamanda…
Bu ülkenin dindar çoğunluğu
kendilerine yakın insanları iktidara taşıdıkları takdirde üvey evlat
muamelesinden kurtulacaklarını, dini ve ahlaki anlamda kendilerini ve
evlatlarını güvende hissedeceklerini, ayırımcılığa uğramayacaklarını, en
azından azgın laikçilerin linç kampanyalarından, yalan ve iftira furyalarından,
küfür ve hakaret dolu saldırılarından korunacaklarını sanıyorlardı. Bir asra
yakındır vurun abalıya sloganı eşliğinde, merhum Necip Fazıl’ın tabiriyle “öz
yurdunda öksüz, öz yurdunda parya” esaretinden kurtulacaklarını umut
ediyorlardı.
Ne yazık ki dindar çoğunluğun,
Müslüman Türkiye halkının umutları tükenmek üzere… Hem hüznü hem şaşkınlığı
yaşıyorlar. İsteyen istediği gibi İslam’a rahat bir şekilde dil uzatabiliyor.
Sokak ortasında Müslüman kadınlara tesettürlerinden ötürü dil uzatan soytarılar
hiçbir şey olmamış gibi ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyorlar. Sosyal
medyada, iletişim araçlarında, televizyon dizilerinde, gazetelerde, köşe
yazılarında İslam’ın değerleri, Müslüman kadının tesettürü, toplumun aile
yapısı, ahlaki öğretiler rahat bir şekilde aşağılanıyor, hakarete uğruyor ama
tüm bunlar cezasız kalıyor.
Dindarların, İslami kesimlerin,
İslami cemaatlerin iftiraya uğramadığı, linç kampanyalarıyla karşılaşmadıkları,
algı operasyonlarıyla ötekileştirilmeye çalışılmadığı bir gün yok. Adamlar
kanal kanal dolaşıp İslam’a ve Müslümanlara yönelik kin ve nefretlerini
kusuyorlar. Sahte şeyh ve kanaat önderlerini palazlandırıp onların üzerinden
çirkef algı kampanyaları başlatıyor, dindarlara etmedikleri hakareti
bırakmıyorlar.
Tüm iftira, zulüm, baskı,
mağduriyete rağmen yirmi yıldan fazladır kendilerini halkın hizmetine adamış
bir İslami camiayı her fırsatta aşağılamaktan vazgeçmiyorlar. 6-8 Ekim
olaylarının da ispatladığı gibi toplumun en mazlum ve mağdur insanları
olmalarına rağmen her defasında bazı karanlık mihraklar, onların kiralık
kalemleri tarafından hedef tahtasına oturtuluyorlar.
Zinanın serbest olduğu, eşcinsel
sapkınların rahat bir şekilde örgütlenip yürüyüş yapabildikleri, her türlü
günah ve haramın önünün sonuna kadar açıldığı, eğitim sisteminin suçlu
ürettiği, uyuşturucunun köylere kadar indiği, içkinin su gibi aktığı bir
ülkede, bir toplumda dindarların suçlu, kötü ilan edilmeleri ne acı bir
durum? Gerçekten taşlar bağlanıp köpekler salıverilmiş…
Kendilerine Allah’ın bir lütfu olarak
iktidar imkânları bahşedilmiş dindarlar, bu fırsatı en iyi şekilde kullanıp bu
ülkedeki halk çoğunluğunun içine düşürüldüğü mağduriyeti gidermelidirler.
Kişisel çıkarlarını bir kenara bırakıp bir an önce sivil bir anayasanın, halkın
değerleriyle barışık bir anayasanın hayata geçirilmesi, adil bir toplumsal
yapının inşası için çaba sarf etmelidirler.
Bu halkın Kemalist, laikçi
azınlığın saldırı ve hakaretlerini daha fazla sineye çekme tahammülü
kalmamıştır. Bu azgın azınlık halkla devlet arasındaki güvensizliğin en büyük
müsebbibidirler. Büyük Türkiye, halkıyla barışık bir Türkiye bu azgınların
sesinin kısılmasıyla mümkündür ancak.
Şehirde yaşamamış, ömrü köylerde
geçmiş bir gariban bir gün bir işi için şehre gitmek zorunda kalmış. Adam
şehrin sokaklarında, kesme taşlarla kaplı yolda yürürken sokak köpeklerinin
saldırısına uğramış. Adam kendini savunmak için caddeyi kaplayan kesme taşlara
el atmış. Ama ne mümkün, taşlar bana mısın dememiş. Taşları yerinden söküp
alamayan adam şaşkınca şöyle mırıldanmış: “ Hayret! Ne biçim yer burası?
Taşları bağlayıp köpekleri salmışlar!
Acı ama biz bu ülkenin insanları,
dindarları, mazlumları, halk çoğunluğu, biz de o gariban adamın yaşadığı
şaşkınlığı yaşıyoruz. Hem de bizden bildiğimiz insanların iktidarda olduğu, en
azından sözlerinin geçtiği bir zamanda…
Bu ülkenin dindar çoğunluğu
kendilerine yakın insanları iktidara taşıdıkları takdirde üvey evlat
muamelesinden kurtulacaklarını, dini ve ahlaki anlamda kendilerini ve
evlatlarını güvende hissedeceklerini, ayırımcılığa uğramayacaklarını, en
azından azgın laikçilerin linç kampanyalarından, yalan ve iftira furyalarından,
küfür ve hakaret dolu saldırılarından korunacaklarını sanıyorlardı. Bir asra
yakındır vurun abalıya sloganı eşliğinde, merhum Necip Fazıl’ın tabiriyle “öz
yurdunda öksüz, öz yurdunda parya” esaretinden kurtulacaklarını umut
ediyorlardı.
Ne yazık ki dindar çoğunluğun,
Müslüman Türkiye halkının umutları tükenmek üzere… Hem hüznü hem şaşkınlığı
yaşıyorlar. İsteyen istediği gibi İslam’a rahat bir şekilde dil uzatabiliyor.
Sokak ortasında Müslüman kadınlara tesettürlerinden ötürü dil uzatan soytarılar
hiçbir şey olmamış gibi ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyorlar. Sosyal
medyada, iletişim araçlarında, televizyon dizilerinde, gazetelerde, köşe
yazılarında İslam’ın değerleri, Müslüman kadının tesettürü, toplumun aile
yapısı, ahlaki öğretiler rahat bir şekilde aşağılanıyor, hakarete uğruyor ama
tüm bunlar cezasız kalıyor.
Dindarların, İslami kesimlerin,
İslami cemaatlerin iftiraya uğramadığı, linç kampanyalarıyla karşılaşmadıkları,
algı operasyonlarıyla ötekileştirilmeye çalışılmadığı bir gün yok. Adamlar
kanal kanal dolaşıp İslam’a ve Müslümanlara yönelik kin ve nefretlerini
kusuyorlar. Sahte şeyh ve kanaat önderlerini palazlandırıp onların üzerinden
çirkef algı kampanyaları başlatıyor, dindarlara etmedikleri hakareti
bırakmıyorlar.
Tüm iftira, zulüm, baskı,
mağduriyete rağmen yirmi yıldan fazladır kendilerini halkın hizmetine adamış
bir İslami camiayı her fırsatta aşağılamaktan vazgeçmiyorlar. 6-8 Ekim
olaylarının da ispatladığı gibi toplumun en mazlum ve mağdur insanları
olmalarına rağmen her defasında bazı karanlık mihraklar, onların kiralık
kalemleri tarafından hedef tahtasına oturtuluyorlar.
Zinanın serbest olduğu, eşcinsel
sapkınların rahat bir şekilde örgütlenip yürüyüş yapabildikleri, her türlü
günah ve haramın önünün sonuna kadar açıldığı, eğitim sisteminin suçlu
ürettiği, uyuşturucunun köylere kadar indiği, içkinin su gibi aktığı bir
ülkede, bir toplumda dindarların suçlu, kötü ilan edilmeleri ne acı bir
durum? Gerçekten taşlar bağlanıp köpekler salıverilmiş…
Kendilerine Allah’ın bir lütfu olarak
iktidar imkânları bahşedilmiş dindarlar, bu fırsatı en iyi şekilde kullanıp bu
ülkedeki halk çoğunluğunun içine düşürüldüğü mağduriyeti gidermelidirler.
Kişisel çıkarlarını bir kenara bırakıp bir an önce sivil bir anayasanın, halkın
değerleriyle barışık bir anayasanın hayata geçirilmesi, adil bir toplumsal
yapının inşası için çaba sarf etmelidirler.
Bu halkın Kemalist, laikçi
azınlığın saldırı ve hakaretlerini daha fazla sineye çekme tahammülü
kalmamıştır. Bu azgın azınlık halkla devlet arasındaki güvensizliğin en büyük
müsebbibidirler. Büyük Türkiye, halkıyla barışık bir Türkiye bu azgınların
sesinin kısılmasıyla mümkündür ancak.