27 Mayıs, yani üç gün sonra Anadolu’nun kapılarını İslam’a
açan, İslam tarihindeki en öneli fetihlerden birinin, Diyarbakır’ın fethinin
yıl dönümü. Bu öyle önemli bir fetih ki başta Kürdistan olmak üzere Anadolu
topraklarını, Mezopotamya’nın verimli topraklarını istila edip yerli halklara
kan kusturan despot Bizans güçleri, bir daha gelmemek üzere bu topraklardan
sökülüp atıldı.
Diyarbakır’ın, o zamanki adıyla Amed’in fethinden sonra
Bizans İmparatorluğu istilası altındaki Anadolu topraklarını bir bir kaybetti
ve sonunda İstanbul’da sıkışıp kaldı. Daha sonra son kalesi İstanbul da
Müslümanlar tarafından fethedildi. Yani tarihin en büyük istilacı, zalim
imparatorluklarından birinin yıkılış süreci Diyarbakır’ın fethiyle başladı.
Yine İslam dininin bu topraklarda yayılıp ana din haline gelmesinin en önemli
vesilelerinden biri de Diyarbakır’ın fethidir…
Diyarbakır ve sonrasında bu coğrafyanın Müslümanlar
tarafından fethinden öğreneceğimiz çok önemli dersler, ibretler var. Alacağımız
hayati önemde mesajlar var.
Ne yazık ki bu topraklarda yaşayan Müslümanlar olarak
Diyarbakır’ın, Kürdistan’ın ve Anadolu’nun fethi konusuna yeterli hassasiyeti
göstermiyoruz. Hâlbuki Diyarbakır’ın
fethinin nasıl olduğu, fetih kapılarının Müslümanlara nasıl açıldığı konularına
verilecek cevaplar bizim şu an çözümünde aciz kaldığımız birçok handikabımıza
derman olacak niteliktedir.
Yeni piyasaya çıkan ve Diyarbakır’ın fethini anlatan,
“Surları Aşarken” adlı romanım için doküman toplarken bu konudaki
yetersizliğimizi, hatta ilgisizliğimizi fark ettim ve belki de tarihin kaderini
değiştiren, yüzlerce ders ve mesaj içeren bu büyük olaya olan ilgisizliğimizden
ötürü hayıflandım.
Ben bugün bu büyük tarihi olaydan alacağımız bir derse
sadece değineceğim. Biz bugünün Müslümanlarına çok lazım olan hayati bir ders…
Biz Müslümanlar ne yazık ki İslam’ın mesajını topluma, gençliğe götürme
konusunda istediğimiz oranda bir başarı sağlayamıyoruz. Çoğu toplum
kesimlerinin kapısı bize, biz İslami hareket mensuplarına kapalı… Sadece bir
cemaati veya camiayı kast etmiyorum. Türkiye’deki dindarların toplumla
ilişkileri sağlam değil, zayıf bağlarla bağlı. İslam’ın diriltici mesajını
toplum kesimlerine yayıp kabul ettirme konusunda sıkıntılarımız var.
Hâlbuki Diyarbakır’ın ve Anadolu’nun fetih sürecine baktığımız
zaman, fethedilen toprakların halkları Müslümanlara, İslam ordularına kucak
açmışlar ve Müslümanları bağırlarına basmışlar. Dinleri, milliyetleri farklı
olmasına, yabancı olmalarına, binlerce kilometre uzaktan gelmelerine rağmen
Müslümanları halkların gözünde kurtarıcı yapan etken neydi? Müslümanlar az bir
askeri güçle kendilerinden onlarca kat daha büyük ve donanımlı ordulara sahip
yerleşik devletleri nasıl yıktılar? Bunun hikmeti nerede saklı?
İman gücünün, ahirete kuvvetli inancın, dünya peşinden
koşmayıp da Allah rızasını temel hedef yapmanın yanında en önemli etken hiç
kuşkusuz Müslümanların halkların gönüllerini kazanmalarıydı. İslam orduları ilk
önce halkaların gönüllerini kazanıyor, halkların desteklerini arkalarına
alıyor, ondan sonra askeri zaferlere
koşuyorlardı. Yani surların fethinden önce gönülleri fethediyorlardı.
Biz bu ülkenin Müslümanları ilk dönem Müslümanların bu
davranışlarını mercek altına almalı, fetih hareketleri üzerinde ciddi
araştırmalar yapmalıyız. Onlar nasıl oldu da halkların gönüllerini kazandılar?
Biz halkların, halk kesimlerinin gönül
kapılarını nasıl açabiliriz? Halkla gönül bağlarımızı nasıl güçlendirebiliriz?
Halkın gönül kapılarından içeriye girebilmenin yollarını bize öğretecek olan
etkenlerden biri de fetih hareketleridir. Diyarbakır’ın ve diğer toprakların
ilk İslam nesli tarafından nasıl fethedildiği konusuna yoğunlaşabilirsek
inanıyorum ki bugünün toplumlarının gönüllerinin fethine gidecek yolda önemli
kazanımlar elde edebileceğiz.