Sakine etrafına gülücükler dağıtarak aynanın karşısına geçti.
Mutlu, aydınlık bakışlarla kendine baktı. Aman Allah’ım! Rengarenk başörtüsü
ona ne kadar yakışmıştı! Ne kadar da güzel, sevimli, tatlı olmuştu!
Sakine şen, şakrak bir tavırla,
adeta koşarak merdivenleri indi. Annesinin karşıdan karşıya geçerken dikkat
etmesi konusundaki uyarılarını duymadı bile… Bir an önce mutluluğunu sınıfındaki
kız arkadaşlarıyla paylaşmak istiyordu. Onu tesettürlü haliyle gören
arkadaşları kim bilir ne kadar sevineceklerdi?
Okulun ilk günüydü. Sakine üçüncü
sınıfa gidecekti artık. Annesi:
---- Büyüdün, kocaman bir kız oldun
güzel Sakine’m, örtünüp Rabbini razı etmek ister misin? Deyince hiç düşünmeden
kabul etmişti. Müslüman bir kız için örtünüp dininin emrini yerine getirmekten
doğal ne olabilirdi ki?
Sakine okulun kapısından içeri
girdi. Koşar adımlarla merdiveni tırmandı. Yüzü mutluluktan pırıl pırıldı.
Merdiven basamaklarını bitirmek üzereydi ki arkasından yükselen kaba, haşin,
sert bir ses onu durdurdu. Ona seslenen okulun müdürüydü. Müdürün gözleri alev
alev yanıyordu. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemişti.
Müdür kızgınlıkla bağırdı:
---- Başındaki o bez parçası da ne?
Burası Kur’an kursu mu? Çabuk çıkar o örtüyü!
Zavallı Sakine adeta donmuştu. Yüzü
sapsarıydı. Böyle bir durumla karşılaşmayı hiç beklemiyordu.
Müdür tekrar bağırdı:
---- Hemen başını aç ve sınıfına
gir!
Sakine dolu gözlerle müdüre baktı.
Bakışlarında derin bir hüzün ve hayal kırıklığı vardı. Bir müddet öylece durdu.
Sonra gözyaşlarına boğularak geri döndü. Hızla okulu terk etti.
Sakine gün boyunca ağladı. Annesinin
okşamaları, nasihatleri onu teselli etmiyordu. Kendini korkunç derecede
aşağılanmış, zulme uğramış hissediyordu. Sakine ağlamaktan yorgun düştü.
Gözlerini kapattı ve uyuyakaldı.
Rüyasında düz, uzun bir yolda
yürüyordu Sakine. Sonu belirsiz, uzadıkça uzayan bir yoldu. Endişeli, kararsız
ve korku içindeydi küçük kız. Yol bitmiyordu. Kaybolmuştu. Mutsuz ve
huzursuzdu. Ama birden her şey değişti. Ruhunu sonsuz derecede okşayan yumuşak
bir kadın sesi yükseldi arkasından:
--- Sakine!
Başını çevirip sesin sahibine baktı.
Yüzü nurdan bir halkayla çevrili dünya güzeli bir kadın gülümseyerek ona
bakıyordu. Kadın yavaş adımlarla Sakine’ye yanaştı. Gülümseyerek ellerinden
tuttu. Sakine’nin içi huzurla, sevinçle doldu.
Yüzü bir dolunay kadar güzel, nurlu
kadın Sakine’nin elini tutunca küçük kız kendini bir bahçede buluverdi. Ama ne
bahçe? Hayatında böyle muhteşem bir bahçe görmemişti. Hayalleri bile zorlayan
güzellikteydi. Bahçe o kadar büyüktü ki başı ve sonu görünmüyordu. Bahçenin her
tarafında ırmaklar, dereler akıyordu. Yemyeşil ağaçlar serin rüzgarda nazlı
nazlı dalgalanıyorlardı. Bahçenin ortasında göz kamaştıran bir saray vardı.
Duvarları sanki altındanmış gibi ışıl ışıl parlıyordu.
Sakine büyülenmiş gözlerle bahçeye
bakarken sordu:
---- Burası neresi? Kime ait bu
bahçe?
Nurlu kadın:
---- Burası cennetten bir bahçe ve
sana ait! Diye konuştu gülümseyerek. Rabbinin emrine itaat edip örtündüğün için…
---- pekâla sen kimsin?
---- Ben Fatıma’yım! Dedi kadın.
Senin ve bütün Mü’minlerin annesi Fatıma… Peygamberiniz Muhammed Mustafa’nın
kızı, dünya ve ahiret kadınlarının efendisi Fatıma…
Sakine uyandı. Mutluluktan içi içine
sığmıyordu. Karalılıkla fısıldadı:
---- Söz veriyorum sana anneciğim! Mü’minlerin annesi! Örtümden, imanımdan taviz vermeden okuyacağım! Hem dünyamı, hem de ahretimi mamur edeceğim…