Ortaokuldayken
Fen bilgisi öğretmenimiz bize hücreyi anlatmış, sonraki hafta da bize hücrenin
ne olduğunu sormuş, bütün öğrencileri tek tek ayağa kaldırarak “Canlının en
küçük yapı taşına hücre, denir” cümlesini söyletmişti. Bütün sınıf aynı cümleyi
tekrarlamıştık. Doğru dürüst hiç birimiz de Türkçe bilmiyordu. Bu cümle
yıllarca hafızamızda anlamsız olarak durmuştu. O zamanlar bu cümle bizim için
soyuttu. Büyüğümüzde de bu “Canlının en küçük yapı taşı” olan şeyin aslında
küçük olmadığını, aksine boyundan büyük bir şey olduğunu öğrenecektik. Nasıl
olmasın ki? Gözle görünmüyordu onun çekirdeği vardı ve bu çekirdekte de bir
bilgi arşivimiz varmış. Arapça’da hücre oda anlamına da gelmektedir. O hücre
yani oda farkında olmadığımız bir depoymuş. Ve bu küçük yapı taşı olmazsa
bizler de olamayacakmışız. Bizler bu hücreler ile varmışız.
Meğerse
hücreler özenle beslenmesi, itina gösterilmesi gereken varlıklarmış. Lisedeyken
öğrencilik muziplikleri gereğince biyoloji öğretmenimize bir lakap takmıştık.
Ona “Mitokondri” diyorduk. Mitokondri de hücrelerin içindeki bir organmış ve
hücrenin trafosu gibi hücrelere enerji sağlıyormuş. İşte bu mitokondrilerin
zarar görmesi, zedelenmesi ve bozulması kalp hastalıklarına yol açıyormuş. Karaciğerimiz de şiddetle enerjiye ihtiyaç
duyan bir organmış. İşte bu hücre içindeki mitokondriler ile karaciğerimiz
arasında bir sorun oluşursa, bağlantı kesilirse karaciğerimiz de iflasa doğru
gidiyor ve Malatya yolcusu yapıyormuş. Malatya da çare bulmazsa son durak
mezarlıkta bitiyormuş. Şu “Canlının en küçük yapı taşın olan hücre” enerji
kaybı yaşarsa su almaya başlıyor ve şişiyormuş. O zaman da bir takım
rahatsızlıkları beraberinde getiriyormuş.
Hücreler
de her canlı gibi doğup, yaşayıp, ölüyormuş. Ama bedenimizde normal sayının
üzerine çıkmaması gerekiyormuş. Sayı normalin üzerine çıkarsa, ölmesi beklenen
hücre ölmezse buna “Hücre çoğalması” deniliyormuş. Böylesi kontrolsüz hücreler daha
sonra bedende terör estiriyormuş. Bunun bir diğer adı da kansermiş. Allah
korusun.
Vücudun
neresine bakarsak hücrelerle karşılaşırız. Sinir hücrelerimizin zarar görmesi
bedende felaketlere yol açıyor. Çünkü bu hücrelerimiz kendilerini
yenileyemiyormuş. Kulağımdaki bazı sinirlerin kaybı nedeniyle işitme kaybı yaşıyorum. Doktorların
söylediğine göre sinir hücresi vefat edince yerine yenisi gelmiyormuş. Bazı
aksaklıkların telafisi yok yani. Tek
kullanımlık…
Beyin
hücrelerinin zarar görmesi başka bir kanaldan felaketlere yol açıyormuş. Öğretmenimizin
biz öğrencilerine tek tek söylettiği “Canlının en küçük yapı taşına hücre
denir” cümlesinin anlamını şimdi daha anlayabiliyorum.
Yıllar
geçince fen bilimleri ve biyolojiden sonra sosyoloji ile de tanıştık. Ve orada
da şunu öğrendik; “Toplumun en küçük yapı taşına da aile” deniliyormuş.
Hücrelerin içinde mitokondri ve benzer mahlûkatın bulunması gibi aile içinde de
karı, koca ve çocuklardan oluşan mahlûkat bulunuyormuş.
Öğrendik
ki, aile ve hücre arasında ciddi benzerlikler varmış. Hücre bozulmalarının,
ayarlarıyla oynanmalarının ve zedelenmelerinin ölümcül sonuçları olduğunu öğrendik.
Ailenin bozulması, ayarlarıyla oynanması, zedelenmesi de toplumun ölümünü
getirdiğini bilimsel ve sosyolojik olarak kanıtlamış olduk. İçinde yaşadığımız
toplumda ailenin genleriyle oynanması sonucu bir karadeliğe doğru yol aldığımız
gerçeği hepimizin gözleri önündedir. Hükümetin yollar yaparak topluma büyük bir
hizmet sunduğu tartışmasız bir gerçektir. Bazı yolları çok fazla kaygan yaptığı
için de aile bu kaygan yollardan uçuruma doğru kaymaktadır. Aile neydi?
Toplumun en küçük yapı taşı… Toplumun yapı taşları yani aile günbegün zarar
görmektedir. Ve zarar görmüş bu taşlar üzerine vallahi de billahi de hiçbir bina
dikilemez. Dikilse de görüntü kirliliğine yol açar ve en ufak bir sarsıntı da
yıkılır.
Fen
bilgisi öğretmenimizin bize ezberlettiği “Canlının en küçük yapı taşına hücre
denir” cümlesinin ve “Mitokondri” öğretmenimizin bana bir yazı yazdıracağını
nereden bilebilirdim ki?