Hayatta kendimi ölüme en yakın hissettiğim
anlardan birisi de cenaze taşıdığım an olmuştur. Birkaç gün önce vefat eden
Murat Kılınç kardeşimizin cenazesini taşırken de aynı duyguları yaşadım. Nasıl
olmasın ki? Ölü ve ölüm ile aramda mesafe hiç yoktu.
Ölümün en basit tarifi şudur: “Ruhun
beden kafesinden ayrılması, ruh beden birlikteliğinin sona ermesidir.” Böylece
beden artık “ölü” adını almış olur. Kimileri ölümü her şeyin sonu olduğuna
inanmakta, bir meçhul, bir bilinmezlik olarak nitelemektedir. “İnsan tabiattan
geldi, tabiata gidecektir” diye insanı ot gibi değerlendirmektedirler. Onlara
göre hayat, doğumla başlar ölümle biter. “Dediler
ki: O, dünya hayatımızdan başka bir şey değildir. Yaşar ve ölürüz. Bizi ancak zaman
helak eder” Ama biz
Müslümanların ölüme yüklediği anlam farklıdır. Kur’an ve Sünnet kaynaklı
bilgilere dayanarak ölüm ve ötesi ile ilgili bilgilere vakıfız. Hayat da ölüm
de Allah’ın yarattıklarıdır. “O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını
denemek için ölümü ve hayatı yaratandır” Hayat bir yolculuktur. Anne
karnı ve dünya hayatı gibi geçici iki süreci yaşadıktan sonra ebediyete doğru
yol alırız. "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz,
diriltti, sonra öldürecek ve tekrar diriltecek."
İnsanoğlu ateşin yakıcılığı, karın
soğukluğu, güneşin doğuşu-batışı gibi hakikatleri bildiği gibi öleceğini de
bilmektedir. Ölüm bir hakikattir. “İlmel-yakin, aynel-yakin ve hakkel-yakin”
kavramlarıyla ilgili şöyle bir misal getirilir. Sen evinde oturmuşken birisi
gelip sana yağmur yağdığını söylerse bu,
ilmel-yakindir. Şayet sen pencereden bakıp yağmurun yağdığını görürsen
bu, aynel-yakindir. Dışarıya çıkıp yağmur yağışının altına girersen, üzerine
yağmur yağar ve ıslanırsan bu da hakkel-yakindir. Aslında hepimiz öleceğimiz
bilgisine vakıfız. Bu ilmel-yakindir. Her gün gözlerimizin önünde birileri
ölüyor. Bu da öleceğimiz bilgisinin aynel-yakin şeklidir. Yani aynel-yakin
öleceğimizi biliyoruz. Azrail (as) bir gün yakamızdan tutup ruhumuzu kabd
ettiğinde de hakkel-yakin öldüğümüzü bileceğiz. Öleceğimiz bilgisinin
ilmel-yakin ve aynel-yakin şekilleri bize hayatta bir fayda sağlayacaktır. Ama
hakkel-yakin şeklindeki bilgi, iş işten geçen şekli ise hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Bu hakikatin Kur’an’ı Kerim’deki şekli ise şöyledir: “Bütün
nefisler (herkes, her şey) ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz” Şu
dünya hayatında hangi tarafa yönelirsek yönelelim, hangi caddeye girersek
girelim, oralarda dikkatimizden kaçan, bize ölümü gösteren gizli bir yön levhası
vardır.
Şu bir gerçek ki, gaflet içinde ve
öleceğimizden bihaber yaşıyoruz. Öyle olmasaydı hayatımızın akışı çok
değişecekti. Kötülükler ve kötüler çok azalacaktı. Ama tam tersi bir orantı
görüyoruz. Sadece ölüm hakikati ve bilinci dahi hayatı düzenlemede yeterli bir
müessirdir. Demek ki derin bir gafletin içinde yaşıyoruz. Ve Hz. Ali’nin dediği
gibi “İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanacaklardır” Bize hakkel-yakin
perdesi açıldığında uyanacağız. Eğer kendi kendimize “Ey ölüm! Sen ne güzel bir
hakikatsin. Sana bakınca kendime geliyorum” diyebilseydik, va’iz ölümü
dinleyebilseydik kışlarımız bahar olurdu.
Engelli bireylerin haklarına riayete
dikkat çekmek için sık sık duyduğumuz şöyle bir cümle vardır: “Hepimiz bir
engelli adayıyız” yani her an bir kaza geçirebilir ve bir uzvumuzu
kaybedebiliriz. Hepimiz tek kişilik tabutlarda yer alacak ve tek kişilik bir
kabirde yatacak bir ölü adayı değil miyiz? Ölen birçok kişinin ardından
duyduğumuz klişe şöyle bir cümle vardır: “Hiçbir şeyi yoktu”. Ölüm bazen davetsiz
misafirdir ve aniden gelir. “Ölüm ani, dünya fani” de çok duyduğumuz manidar
sözlerdendir.
Eğer bize; “Altı ay veya bir sene ömrün
kalmış” denilseydi; hayatımızda köklü değişiklikler olmaz mıydı? Neler
yapardık? Haydi, bize denilmiş olsun. Belki de gerçekten altı ayımız ve bir
ihtimal daha az kalmıştır… Tek kişilik tabutta, herkesi geride bırakacak kısa
bir yolculuk da hepimizi bekleyen bir seferdir.