491

 

               

Peygamber efendimizin doğumuna yakın bir zamanda Yemen ülkesinde “Ebrehe” adlı bir kral hüküm sürüyordu. Ebrehe Hıristiyan’dı. Başkenti San’a da görkemli bir kilise yaptırmıştı. Yemen halkının ve diğer bütün Arapların bu kiliseye gitmelerini istiyordu. Böylece dünyada ki bütün Arapları kendisine bağlayacak, gücüne güç, şanına şan katacaktı.

Ama Araplar Ebrehe’yi önemsemediler. Onun görkemli Kilisesi hiç ilgi görmedi.

Hazreti İbrahim’in inşa ettiği Allah’ın evi, yani Kâbe ziyaret ve tavaf merkezi olmayı sürdürdü. İnsanların akın akın Kâbe’ye gidip onun kilisesini önemsememeleri Ebrehe’yi çıldırtıyordu.

Zalim ve kibirli Ebrehe Kâbe’yi yıkmak için bahane arıyordu. Şeytan sürekli ona telkinlerde bulunuyor, onu kışkırtıyordu.

Bir sabah aldığı kötü bir haber onu korkunç bir öfkeye sürükledi. Yabancı bir adam onun görkemli Kilisesini kirletmiş, kiliseyi tuvalet gibi kullanmıştı. Ebrehe ağzından köpükler saçılarak bağırdı:

-Çabuk orduyu hazırlayın Kâbe’yi yıkmadan bana rahat yok artık. Orası Allah’ın eviymiş. Bakalım Allah’ın evi benim büyük ordumun karşısında ne yapacak?

Zalim Ebrehe büyük orduyu hazırlayıp yola çıktı. Kılıçlar, mızraklar, kalkanlar, zırhlar ve miğferlerle donatılmış askerler bir sel gibi önlerine çıkan her şeyi ezip yok ederek ilerliyordu. Ordunun önünde dev filler vardı. Bir çok kabile fillerin korkusundan Ebrehe’yle savaşmaktan vazgeçti. Cesaret edip Ebrehe’ye karşı duranlar ise fillerin ayakların altında can verdiler.

Böylece Ebrehe ve ordusu ciddi bir direnişle karşılaşmadan Mekke dağları eteklerine kadar geldi.

Mekke’nin ileri gelenleri derhal toplandılar. Mekke halkını silahlandırıp Ebrehe’nin ordusuyla

savaşmak niyetindeydiler. Ancak liderleri buna karşı çıktı.

Mekke halkının o zamanki lideri Peygamber efendimizin dedesi Abdulmutalip’ti. Abdulmutalip, Mekke’nin ileri gelenlerine şöyle seslendi:

-Sizin cesaretinizden, yiğitliğinizden kuşkum yok! Ama biz küçük bir şehir halkıyız, küçük bir kabileyiz. On binlerce askeri olan dev bir orduyla nasıl savaşırız? Arabistan toprakları şimdiye kadar böyle büyük bir ordu görmedi.

Abdulmutalip, hüzünle gözlerini yumarak sözlerini sürdürdü:

-Şehri terk edip dağlara çekilmekten başka çaremiz yok. Kadınlarımızı, çocuklarımızı, yaşlılarımızı bu azgın askerlerin şerrinden korumak zorundayız. Allah’a güvenelim! Allah, kendi evini koruyacaktır. Herkese söyleyin! Sürülerimizi alıp dağlara çekiliyoruz.

Mekkeliler gözyaşları içinde şehirlerini boşalttılar. Dağlara, yüksek tepelere çekilip olacakları korkuyla beklemeye başladılar.

Ebrehe’nin askerleri Abdulmutalip’in deve sürüsünü götürmüşlerdi. Abdulmutalip, Mekke’yi terk etmeden önce Ebrehe’nin karargahına gitti. Ebrehe, onun önünde ayağa kalktı, onu saygıyla yanına oturttu. Kibirli bir gülümsemeyle:

-Sen Mekke’nin reissin, öyle mi? Diye sordu.

-Evet…

-Kâbe’yi yıkmamam için bana yalvarmaya geldin sanırım.

-Hayır…

Ebrehe, şaşkınlıkla Abdulmutalip’e baktı.

-Hayır mı?

Abdulmutalip sakin bir sesle konuştu:

-Askerleriniz develerimi almışlar, onları istemeye geldim.

Ebrehe, küçümseyen bakışlarını Abdulmutalip’in üzerine dikti.

-Ben de seni saygıdeğer bir adam sanmıştım! Diye homurdandı. Ben Kâbe’yi yıkmaya gelmişim, sen ise develerinin derdine düşmüşsün.

Abdulmutalip:

-Ben, dedi. Vakurlu bir sesle. Ben, develerin sahibiyim. Kâbe’nin değil… Kabe’nin sahibi var, O, onu korur!

-Kâbe’nin sahibi kimdir?

-Allah! Allah, kendi evini koruyacaktır.

Abdulmutalip kendi develerini kurtardıktan sonra Kâbe’ye yöneldi. Kâbe kapısının demir tokmağını tutarak ağladı.

-Yüce yaratıcım! Diye dua etti. Evini bu zalim orduya karşı koru!

Daha sonra diğer Mekkeliler gibi o da dağlara çekildi.

Ebrehe, birkaç gün istirahat eden ordusuna sabahın ilk ışıklarıyla beraber hücum emri verdi. On binlerce askerin tek bir hedefi vardı; Kâbe’yi yerle bir etmek. Ebrehe, taştan bir yapıyı yıkmak için bu devasa orduyu seferber etmişti.

Ancak hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Ordunun en önde yürüyen, ordunun sembolü olmuş “Mamut” adlı büyük fil yerinden kıpırdamıyordu. Başı başka yerlere çevrilince koşar adımlarla gidiyor, Mekke’ye doğru ise adım atmıyordu. Seyislerin, subayların bütün çabaları, sırtında şaklayan kamçılar, bacaklarına batırılan keskin uçlu demirler hiç biri sonuç vermedi. Büyük fil, panik içinde başını öne eğiyor, inatla direniyordu.

“Mamut” adlı filin davranışları ordunun moralini bozmuştu. Ebrehe, öfke ve şaşkınlık içinde ne yapacağını düşünüyordu. Fili kendi haline bırakıp orduyla hareket etme emri vermek üzereyken kendilerine hızla yaklaşan büyük, koyu bulutu fark etti.

Koyu bulut bir anda ordunun üstünü kapladı. Aslında bu bir bulut değildi yüz binlerce küçük kuştan oluşan bir kütleydi. Kuşlardan her birinin ağzında birer pişmiş, nohut büyüklüğünde toprak parçası vardı.

Ordunun üzerini kaplayan küçük kuşlar aniden hücuma geçtiler. Ebrehe’nin ordusu neye uğradığını şaşırmıştı. Kuşlar, ağızlarındaki pişmiş çamuru askerlerin üzerine yağmur gibi boşaltıyordu. Nohut büyüklüğündeki çamur parçacıkları değdiği yeri yakıyor, orda derin yaralar açıyordu. Askerler çılgınca koşuyor, kaçmaya çalışıyor, ama ölümcül darbelerden kurtulamıyorlardı.

Ebrehe’nin ordusu kısa bir sürede darmadağın oldu. Askerlerin çoğu korkunç feryatlar içinde, yerlerde debelenerek öldüler. Ordudan arta kalanlar dağlara, çöllere doğru kaçıştılar. Bazıları yarı yolda açlıktan, susuzluktan öldüler. Bazılarını vahşi hayvanlar yedi. Çok azı Yemen’e ulaşabildi.

Gücüyle böbürlenen, ordusunu yenilmez sanan küstah Ebrehe de, Allah’a kafa tutmanın bedelini canıyla ödedi. Acı çeke çeke, pişmanlık içinde kıvranarak öldü.

Yüce Allah, Kâbe’yi, kendi mukaddes evini zalimlere karşı korudu ve her zaman da koruyacaktır. Allah’a kafa tutan azgınların akıbeti tarih boyunca Ebrehe’ninki gibi olmuştur.

 

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *