482

 

Roma İmparatoru Kayser Hırakl, Peygamber efendimizin kendisine gönderdiği İslam’a davet mektubundan çok etkilenmişti. İçi peygamberimize yönelik hayranlık duygularıyla dolmuştu. Fakat dünya saltanatını kaybetme, halkının, Hıristiyan bilginlerin ayaklanabileceği  korkusu onu iman etmekten alıkoydu. Yine de peygamberimizle ilgili daha fazla şey öğrenmek istiyordu.

İmparator, Resûlullah’ın mektubunu aldığı vakit Filistin’deydi. O esnada Şam’a gitmekte olan Mekke ticaret kervanı da Filistin’de, İmparatorun geçici olarak konakladığı şehirde bulunmaktaydı. Bu güzel tevafuktan haberdar olan imparator derhal Mekke kafilesinin ileri gelenleri huzura çağırttı. Kafilede bulunan Kureyş lideri Ebu Süfyan ve birkaç soylu Mekkeli imparator Hırakl’ın huzuruna çıktılar.

İmparator Hırakl, göz kamaştırıcı bir salonda, tahtının üzerinde oturuyordu. Etrafında önemli komutanları, Roma’nın seçkin şahsiyetleri, papalığı temsil eden din bilginleri vardı.

İmparator, tercümanı vasıtasıyla Mekkeli guruba sordu.

- Peygamber olduğunu söyleyen bir şahsın diyarından geliyorsunuz. İçinizde Ona akrabalık bağlarıyla bağlı bulunan soyca ona yakın olan biri var mı?

Ebu Süfyan:

-Ben varım ! diye karşılık verdi. Soyca ona en yakın kişi bu toplulukta benim.

İmparator ciddi bir yüz ifadesiyle Ebu Süfyan’a:

-Yaklaş  bana! diye emretti. Arkadaşlarında yaklaşsınlar, arkanda dursunlar!

Sonra Ebu Süfyan’ın arkasında  sıralanan Mekkeli soylulara baktı.

-Ben arkadaşınıza bazı sorular soracağım, dedi. Eğer yalanını yakalarsanız hemen söyleyin…

İslam’ın ve Müslümanların can düşmanı olan, Kureyş ordusuna liderlik yapan, peygamberimize yönelik sayısız zulüm ve baskının baş sorumlusu Ebu Süfyan Peygamberimizi karalamayı çok arzuluyordu. Ancak arkasında dizilmiş olan arkadaşlarından çekiniyordu. Onların yarın öbür gün Mekke’de onu yalancılıkla suçlayıp her oturdukları yerde çekiştirmelerinden, onu alay konusu yapmalarından ve böylece onuruyla oynamalarından korkuyordu. Ebu Süfyan onuruna düşkün biriydi. Ayrıca  kalbinden söküp atamadığı bir his onu doğru söylemeye zorluyordu. Tüm bu etkenler Ebu Süfyan’ın sorulan sorulara doğru cevaplar vermesine neden oldu. İmparatorun tercüman vasıtasıyla sorduğu ilk soru şuydu:

-Peygamber olduğunu söyleyen Muhammed Mekke’de, yani aranızda doğup büyüdü. Onu yakından tanıyorsunuzdur. O soyca, nesepçe nasıl bir insandır?

Ebu Süfyan:

-Muhammed temiz, iyi bir soydandır! diye cevap verdi. Soyunun temizliği, yüceliği herkesçe bilinir…

-Daha sonra Ebu Süfyan’la imparator arasında soru – cevap şeklide cereyan eden uzun bir  diyalog başladı.

-İçinizde ondan önce Peygamberlik iddiasında bulunan başka biri çıktı mı?

-Hayır…

-Atalarından, dedelerinden hükümdar olan var mı?

-Hayır…

-Muhammed’e zenginler mi, soylular mı tabi oluyor, yoksa yoksullar ve zayıflar mı?

-Daha çok güçsüz, yoksul ve zayıf kişiler ona iman ediyorlar.

-Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?

-Her geçen gün sayıları artıyor.

-Pekala dinine girip ona iman ettikten sonra dinini beğenmeyip irtidat eden, onu bırakan kimse var mı?

-Ben şahit olmadım.

-Peygamber olduğunu ilan etmeden önce kendisini yalancılıkla itham ettiniz mi hiç?

-Hayır… Onun lakabı Muhammed’ül emin idi. Kesinlikle yalanını görmedik!

-Ahdinden cayar mı? Verdiği sözden döner mi? Antlaşmalarını bozar mı?

 - Yoo sanmıyorum… Lakin şu an biz kendisiyle bir müddet için antlaşma halindeyiz. Bu antlaşmasına sadık kalır mı, kalmaz mı bilmiyoruz?

Ebu Süfyan, Peygamberimizin antlaşmalarına sadık kalacağını adı gibi biliyordu. Ama böyle bir töhmette bulunma fırsatını eline geçince kaçırmamıştı.

İmparator sorularını sürdürdü.

-Peki, kendisiyle savaştınız mı hiç?

-Evet, pek çok sefer …

-Netice nasıl oldu?

-Bazen biz kazanıyoruz, bazen o… zafer aramızda sırayladır. Gah o, gah biz…

-Sizden ne istiyor?

-Putlarımızı, atalarımızın dinini bırakıp bir olan Allah’a inanmamızı, O’na ibadet etmemizi istiyor bizden. “Allah’a ortak koşmayın, namaz kılın, doğru olun, iffetli olun akrabalarınıza sahip çıkın!” diyor.

Roma İmparatoru Hırakl, derin düşüncelere dalıp sustu. Salon bir mezar sesizliğine gömüldü. Sonra yavaş yavaş başını kaldırdı. Bakışlarını Ebu Süfyan’a dikti:

-Sana Muhammed’in nesebini sordum, onun soylu bir aileden geldiğini söyledin. Kavimleri içinde soyları en pak ve yüce olanlar Peygamberlerdir. Ondan önce aranızda Peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin olup olmadığını sordum; olmadığını söyledin. Eğer olsaydı, Muhammed onu izliyor, onu taklit ediyor derdim. Ataları, önceki dedeleri arasında padişahlık yapmış, krallık olanlar var mı diye sordum. Yok dedin. Ataları arasında herhangi bir hükümdar olsaydı, dedesinin saltanatı peşinde koşuyor der geçerdim.

İmparator ciddi bakışlarla taht salonundaki devlet erkanını, İsevi din bilginlerini süzdü. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. Bazılarının, özellikle Hıristiyan alimlerin suratları asılmış, kaşları çatılmış, huzursuzca kıpırdanıp duruyorlardı. Sözün nereye varacağını hissetmiş gibiydiler.

İmparator tekrar Ebu Süfyan’a dönüp sözlerini sürdürdü.

- Nübüvvet davasına kalkışmadan önce kendisinden hiç yalan işittiniz mi, Onu hiç yalancılıkla itham ettiniz mi diye sordum; hayır cevabını verdin. Ben iyi biliyorum ki kullarına yalan söylememiş bir insan Allah’a karşı da yalana tevessül etmez; ağzından yalan söz sadır olmaz. Sana Muhammed’e kimler uyuyor diye sordum. Halkın güçlüleri mi, yoksa zayıflar mı? Zengin eşraf mı, yoksa yoksul, zayıf ayak takımı mı? Sen, ona zayıflar, yoksullar, köle ve cariyeler daha çok iman ediyorlar dedin. Peygamberlere tabi olanlar hep yoksul ezilen sınıftan insanlardır.

İmparator Hırakl, Ebu Süfyan’a birkaç şey daha söyledi. Kibrin babası Ebu Süfyan, imparatorun sağlam mantığı karşısında şaşırmış, dikildiği yerden büzülüp kalmıştı. İmparator, Muhammed’in Peygamber olabileceğini söylüyordu açıkça. Hem de sert, kınayıcı bakışlarını onun üzerine dikerek. Ebu Süfyan İmparatora karşı çıkmaya, Resulullah’ı kötülemeye cesaret edemiyordu artık. Ama onu tasdik etmeye de asla yanaşmıyordu. Aptal gururu, liderlik hırsı, dünyevi beklentileri, kabile taassubu esir almıştı benliğini. Koca Ebu Süfyan, Mekke’nin büyük reisi bir yetime tabi olacak, zenci köle Bilal ile aynı haklara sahip olacaktı. Olacak iş mi bu?

İmparator sözlerini bitirince tahtından kalktı. Ebu Süfyan’a doğru yürüdü. Çok heyecanlıydı. Duygulanmış, gözleri dolmuş bir sesle şöyle dedi.

- Eğer söylediklerin doğruysa çok sürmez şu iki ayağımın bastığı yerlere  O zat malik olur. Bu topraklar onun eline geçer… Aslında onun çıkacağını biliyordum. Mukaddes kitaplarımızda onun bilgileri kayıtlıdır. Ama sizden olacağını tahmin etmiyordum. Ona ulaşacağımı bilseydim her zorluğa katlanır, onun yanına varırdım. O mübarek zatın yanında olsaydım ayaklarını yıkardım!

İmparator derin bir iç geçirdi. Ümitsiz bakışlarla komutanlarını, diplomatlarını, papalık temsilcilerini süzdü. Sonra Peygamber Aleyhisselamın kendisine gönderdiği mektubu getirtti. Saray erkanından bir katip mektubu yüksek sesle okudu. Resûlullah’ın mektubu İmparatoru ve Roma halkını İslam’a davet ediyordu.

Taht salonunda bulunan İsevi din bilginleri ve önemli komutanlardan çoğu Resûlullah’ın mektubuna şiddetle tepki gösterdiler. Görkemli salon bağırma – çağırma sesleriyle dolup taştı. İmparator, iktidarını kaybetme korkusuyla geri adım attı. Mutaassıp, bencil, dinlerini gelir kaynağı haline getirmiş, bile bile hakkı tersyüz eden; İsa Aleyhisselamın temiz dinini putperest Romalıların ahmakça hurafeleriyle doldurmuş Hıristiyan din adamlarına boyun eğdi… Tahtını Allah’a ve sonsuz cennet yurduna tercih etti. Muhammed Aleyhisselamın peygamber olduğunu bildiği halde, dünya saltanatını kaybetmemek için Müslüman olmayı reddetti.

Tarihte yüce Peygamberimizin risaletini dünyevi çıkarları uğruna inkar eden sadece Roma imparatoru Hırakl değildir. Onun gibi daha niceler vardır. Toplumsal ve siyasal imtiyazlarını kaybetmemek için bile bile Peygamberimize başkaldırıyorlardı.

Mekkeli aristokratların, soyluların çoğu sahip oldukları ve zulme dayalı, sömürüye dayalı imtiyazlarını kaybetme korkusuyla İslam’a, Resûlullah’a savaş açmışlardı. Muhammed Aleyhisselam onların içinde doğup büyümüştü. Onu kendi evlatlarından daha iyi tanıyorlardı. Muhammed Aleyhisselamla ilgili sayısız mucizeye, sayısız olağanüstülüklere tanık olmuşlardı. Onun ilahi bir kişilik olduğunu kesinlikle biliyorlardı. Ama dediğimiz gibi dünyevi çıkarları iman etmelerine engel oluyordu. Bu durumu bazen itiraf etmekten de çekinmiyorlardı.

Bir gün Mekke şirk devletinin başı Ebu Cehil, dostlarıyla oturup sohbet ediyordu. Orda oturanlardan biri Ebu Cehil’e:

-Gerçekten Muhammed’in Peygamber olmadığına inanıyor musun? diye sordu.

Ebu Cehil birden ciddileşti. Ve tarihi kayıtlara geçen şu sözleri söyledi.

- Kesinlikle o bir Peygamberdir! Asla yalancı değildir! Ancak onun Peygamberliğini kabul edemeyiz… Mekke’nin reisliği şimdiye kadar hep Haşimoğulları’nın elindeydi. Hacılara su verenler de onlar… Şimdi Peygamberlik de onların eline geçerse bize ne kalacak?

Siz inanıyor musunuz ki günümüzün zorba hükümetleri, Yahudi ve Hıristiyan din adamları akidevi, felsefi, düşünsel nedenlerden ötürü İslam’a karşı çıkıyorlar. Gerçekten İslam’ın batıl bir din olduğuna inandıkları için mi İslam’la savaşıyorlar. Mukaddes Filistin topraklarını cehenneme çeviren terörist İsrail çetesi, kadın ve çocukların alınlarına kurşun sıktıktan sonra kanlar içindeki cansız bedenlerini zevkle tekmeleyip kahkahalar atan sapık askerlerin ülkesi Amerika, kaba güce tapınan, özgürlük denilince aklına sadece zina ve sapık ilişkiler gelen, ırkçı faşistlerin tutsağı olmuş barbar Batı, 21. asırda hala ineklere, taştan putlara, heykellere secde eden Çin, Japonya ve Hindistan… Bunlar inandıkları değerleri hak bildikleri için mi İslam’a savaş açmışlar?

Onların tek dertleri çıkarlarıdır. Onlar çıkar ilahına tapınan putperestlerdir. Ve İslam dünyaya hakim olursa eğer, tüm imtiyazlarını kaybedeceklerini, dünyayı canları arzuladığı gibi sömürüp talan edemeyeceklerini biliyorlar. Muhammed Aleyhisselama inanmamalarının tek sebebi budur!


Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *