481

 

1922 yılıydı. Osmanlı yıkılmış, Ankara merkezli küçük bir devlet kurulmak üzereydi. Ankara hükümeti zayıftı. Halkın nezdinde ciddi bir meşruiyet sorunu yaşıyordu. Hükümetin başı olan Mustafa Kemal ve ekibi ülkede taraftar kazanmak için halkın yanında değerli olan, saygı gören âlimlerden azami derecede faydalanmak istiyor, birçok meşhur âlime milletvekilliği teklif ediyordu. Birinci millet meclisi kurtuluş savaşında büyük kahramanlık göstermiş, işgalci güçlerin ülke şehirlerinden atılmasında rehberlik görevi görmüş sarıklı, pir-i fani âlimlerle doluydu.

Ankara hükümetini kuran Mustafa Kemal ve arkadaşları laiktiler. Tamamıyla Batı kültürüne teslim olup İslami kültür ve yaşayışı terk etmedikçe kalkınamayacaklarına, ayakta duramayacaklarına inanıyorlardı. Dünyanın egemen gücü batıydı. Batının desteği olmadan devletlerini kuramazlardı. Ne acı bir durum değil mi? Ülkelerini işgal etmiş, şehirlerini yerle bir etmiş, yüz binlerce insanını katletmiş ve destansı kahramanlıklar sonucunda kovulmuş düşmana ülkeyi bu defa altın tepsi içinde, savaşsız teslim ediyorlardı. Varlıklarını koruyabilmek, ayakta durabilmek adına…

Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşları laiklik ve Batı konusundaki düşüncelerini bir müddet gizlemek zorundaydılar. Halkın üzerinde büyük etkileri olan âlimlerden faydalanıp genç devletlerini güçlendirmek için bu gerekliydi. Kurtuluş savaşının gerçek önderleri olan âlimleri yanlarına çekemeden halk nezdinde meşruiyet kazanamazlardı.

Üstat Bediüzzaman bu âlimlerin en meşhurlarındandı. Kurtuluş savaşında  destansı kahramanlıklar göstermiş, özellikle Kürdistan bölgesinde işgalcilere büyük darbeler vurmuş, düşmana esir düşmüş, milyonlarca seveni olan bir insandı. Onun şöhretinden, halk üzerindeki etkisinden yararlanmalıydılar. Bu düşüncelerle onu Ankara’ya çağırdılar. O dönemde Van valisi ve Ankara hükümetinde mebus olan Tahsin Bey’i Bediüzzaman’ı çağırmakla görevlendirdiler. Tahsin Bey, Bediüzzaman’ın dostuydu.

Bediüzzaman, dostu Tahsin Beyin çağrısına olumlu karşılık vererek İstanbul’dan Ankara’ya geldi. Bediüzzaman’ın gelişi büyük bir coşku ve ilgiyle karşılandı. Hükümet reisi Mustafa Kemal ona kalması için villa teklifinde bulundu ama Üstat bu teklifi kabul etmeyerek Hacı Bayram Camisinin misafirhanesinde kaldı.

İlk haftalarda Bediüzzaman el üstünde tutuldu. Katıldığı meclis oturumlarında milletvekillerinden büyük ilgi gördü. Mustafa Kemal her fırsatta onu övüyor, makam, mevki teklifinde bulunuyordu. Bediüzzaman, Kürdistan Umumi Vaizliği, din işleri yüksek kurulu başkanı gibi birçok teklifi geri çevirdi.

Mustafa Kemal’in niyeti Bediüzzaman’a makam, mevki vererek onu yeni hükümete bağlamak, şöhretinden faydalanarak halk nezdinde meşruiyet kazanmaktı. Bediüzzaman ise Ankara hükümetinin İslami bir renge bürünmesi için çırpınıyordu. Her fırsatta İslami konferanslar veriyor, milletvekillerine nasihatlerde bulunuyor, kurtuluşun ancak islam’la olabileceğini söylüyordu. Bediüzzaman’ın ilgilendiği birçok milletvekili namaza başlamış, Üstad’ın sohbetlerini kaçırmaz olmuştu.

Mustafa Kemal işlerin kötüye gittiğini görünce Bediüzzaman’a karşı tavır değişikliğine gitti. Özellikle Batılılarla yapılan Lozan konferansında, İngiliz heyet başkanının, Batılıların Ankara hükümetini tanıması için Halifeliğin kaldırılması ve laikliğin ilanını şart koşması Mustafa Kemal’le Bediüzzaman arasındaki soğukluğu daha da artırdı.

1 Şubat 1923’te, yani Bediüzzaman’ın Ankara’ya gelişinden 70 gün sonra Üstad, milletvekillerine yönelik bir beyanname yayınladı. Beyannamede Üstad, milletvekillerinden namaz kılmalarını, islam’ın hukukuna, şer-i hükümlere göre politika belirlemelerini istiyordu.

Beyanname Mustafa Kemal ve Bediüzzaman arasındaki ilişkileri düşmanlığa çevirdi. Olay şöyle gelişti: Kazım Karabekir Paşa, beyannamenin bir nüshasını Mustafa Kemal’e götürdü. Mustafa Kemal beyannameyi okuyunca adeta küplere bindi. Öfkeden kıpkırmızı kesildi. Beyanname elinde olduğu halde ayağa fırladı.

----- Nerede o? Diye bağırdı.

Mustafa Kemal çok sert, haşin bir karaktere sahipti. Öfkelendiği zaman hiç kimse ona karşılık vermeye cesaret edemezdi.

Mustafa Kemal’in öfkesi karşısında heyecana kapılan Kazım Karabekir, titrek bir sesle:

----- Said Nursi yanılmıyorsam şu an Divan‑ı Riyaset’teler Paşam! Dedi.

Mustafa Kemal hemen Divan-ı Riyaset’e, yani meclis binasının dinlenme salonuna yöneldi. Dinlenme salonunda Bediüzzaman abdest sonrası mendiliyle soba başında kollarını kurutuyor, o esnada çevresinde toplanmış olan elli, altmış kadar milletvekiliyle sohbet ediyordu.

Gördüğü manzara Mustafa Kemal’i daha da öfkelendirdi. Adeta öfkeden tıkanarak:

----- Bu ne hal Hocam? Biz seni yüksek fikirlerinden faydalanmak için çağırdık ama sen tutturmuş gece gündüz milletvekillerine namaz kıldırmaya çalışmakla uğraşıyorsun! Yazdığın beyannamelerle aramıza fitne sokuyorsun! Biz seni bunun için mi çağırdık?

Mustafa Kemal’in öfkesi karşısında kalpleri korkuyla dolan milletvekilleri Bediüzzaman’a acıyarak baktılar. Üstad’ın hemen özür dileyeceğini sanıyorlardı. Ama hakiki imanı elde eden bir insanın dünyaya meydan okuyabileceğini bilmiyorlardı. Hele Bediüzzaman gibi ömrü boyunca zulme ve münkerata asla boyun eğmemiş birinin…

Bediüzzaman, dinlenme salonunda öfkeyle yankılanan Mustafa Kemal’in sesini bastıran daha gür ve sert bir sesle haykırdı:

----- Kendine gel Paşa! Burası senin babanın çiftliği değil milletin meclisidir!

Üstad, cesaretinden korkuya kapılan milletvekillerine aldırmadan; böyle bir karşılık beklemeyen, öfkesiyle her zaman insanları sindirmeye alışmış Mustafa Kemal’in şaşkın gözlerine alev topuna dönmüş bakışlarını dikerek haykırışını sürdürdü:

----- Paşa, Paşa! Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir! Hainin hükmü merduttur, geçersizdir!

Mustafa Kemal, işin sarpa sardığını görünce geri adım attı. Mecliste birçok dindar milletvekili vardı. Kendince bölünmenin daha da büyümesinden korktu. Sakinleşmiş bir sesle:

----- Hocam haklı! Dedi. Ben başka arkadaşlara kızmıştım. Öfkem ondan ötürüydü.

Bediüzzaman bir kaç ay daha Ankara’da kaldı. Lakin yeni devletin başındakilerle arasına düşmanlık girmişti. Ankara hükümetinin niyetini anlamıştı Üstad. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının niyeti Batıcı, laik bir devlet kurmaktı.

Üstad, o olaydan sonra da mücadelesini sürdürdü. Çabasının ürün vermediğini anlayınca Ankara’dan ayrılmaya karar verdi. Ankara’yı terk ederken hüzün dolu bir sesle şöyle diyordu:

----  Bu mecliste iman nuru, mâneviyat ve ruhaniyyat te’siri uçup gtmiş!

 

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *