490

 

             

 Abbasiler dönemiydi.Elleri arkadan bağlı adamı ite kaka Bağdat’ın meydanlarından birinde kurulu idam sehpasının önüne getirdiler. Otuz yaşlarında, güzel yüzlü bir adamdı. Gözlerinde zekâ parıltıları vardı. Bu genç, zeki, güzel yüzlü adamın idam sehpasında ne işi vardı acaba?

Genç suçlunun idamını izlemek için toplanmış insanlar kendi aralarında konuşuyorlardı.

----- Vah vah! Ne kadar da genç? Suçu neymiş acaba?

----- Hırsızlık için bir eve girmiş. Ev sahipleri onu fark etmişler. Kaçmaya çalışmış. Başaramayınca ev sahipleriyle boğuşmaya başlamış. Boğuşma esnasında ev sahibi adamı da karısını da öldürmüş…

Yaşlı, bilge bir zat söze karıştı:

----- Yazık, suçu çok büyük! Adam öldürmek, hırsızlık, haneye tecavüz… Hem dünyası hem de ahireti mahvolmuş! Hele ahiret… Bu günahkâr haliyle Rabbinin huzuruna nasıl çıkacak?

Genç hırsızı idam sehpasına çıkardılar. Yağlı ipi boynuna geçirdiler. Cellat tam onu sallandıracakken hâkim celladı durdurdu. Bir şey hatırlamış gibi genç hırsıza baktı. Tok bir sesle:

----- Herkese tanıdığımız hakkı sana da tanımalıyız, dedi. Ölmeden önce söylemek istediğin bir şey, son bir arzun var mı?

Genç hırsız başını kaldırdı. Gözlerinde, yüzünde derin bir pişmanlık, müthiş bir hüzün vardı. Ona pürdikkat, acıyarak bakan halkı süzdü. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşanırken şöyle konuştu:

----- Ben zeki, geleceği parlak bir çocuktum. Ailem dindar sayılırdı. Ama cahildiler. Ben bu cehaletin kurbanı oldum. Küçük bir çocukken babamın cebinden para aşırırdım. Bana verilen harçlıkla yetinmezdim. Annem-babam onlardan izinsiz para almama ses çıkarmazlardı. Önemsemezlerdi bunu. Onlara göre küçük, basit şeylerdi bunlar. Yaptıklarıma hırsızlık gözüyle bakmazlardı.

Annemin ve babamın hoşgörüsünden cesaret alarak küçük hırsızlıklarımı medreseme de taşıdım. Arkadaşlarımın kalemlerini, hokkalarını çalıyordum. Annem evde elimde yeni kalemler, hokkalar gördüğü halde merak edip nerden getirdiğimi sormuyordu. Hırsızlığa iyi gözle baktığı için değil… Yaptıklarımı basit, önemsiz gördüğü için…

Zamanla başkalarından bir şeyler çalmak bende alışkanlık halini aldı. Çalmadan yapamıyordum. Gün geçtikçe daha büyük hırsızlıklara bulaştım. Küçük şeyler çalmak beni

tatmin etmiyordu artık. Yalan söylemeye de alışmıştım. Hırsızlık yapıp da yalan söylememek mümkün mü?

Annem-babam yaptıkları hatanın farkına varmışlardı. Ama ne yazık ki çok geçti artık. Beni hırsızlıktan vazgeçirmek için gösterdikleri bütün çaba boşa gitti. Önce medreseyi bıraktım. Sonra hırsızlık çetelerine katıldım. Ve işte halimi görüyorsunuz? Hem dünyamı yıktım hem de ahiretimi! Katil, hırsız, yalancı bir adam olarak karşınızdayım. Cehennem azabı içinde cayır cayır yanacak bir adam… Ölümden sonrasını büyük bir korkuyla bekleyen bir adam…

Genç hırsız şiddetli bir ağlamaya tutuldu. Gözyaşlarına aldırmadan yüksek, boğuk bir sesle bağırdı:

----- Ey insanlar! Ey anneler, babalar! Sakın küçük kötülükleri küçümsemeyin! Küçük hırsızlıkları, küçük yalanları küçümsemeyin! Her şey küçük işlerle başlar. Küçük hırsızlıklar, küçük yalanlar zamanla büyürler, alışkanlık halini alırlar ve sahiplerini hem bu dünyada hem de öbür dünyada mutsuz ederler.

Ah! Ah! Ben zeki ve dindar bir çocuktum. Küçük hırsızlıkları ve yalanları basite almasaydım, belki de şu an karşınıza bir doktor, bir mühendis veya insanların ilminden yararlandığı bir din bilgini olarak çıkardım. Cehennem korkusuyla tir tir titreyen bir katil değil de bir cennet yolcusu olurdum! Çok pişmanım! Çok, çok pişmanım…

Ne yazık ki son pişmanlık fayda etmiyordu. Genç hırsız insanların acıma dolu bakışları arasında asıldı gitti.

 

 

 

 

  

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *