482

 

 

           

Bilal sevinçle etrafına baktı. Mutluluktan içi içine sığmıyor, gözleri parlıyordu. Bir köle olarak terk etmek zorunda kaldığı Mekke’ye özgür ve muzaffer bir asker olarak geri dönüyordu. Başı dik, onurlu bir İslam askeri olarak…

                On bin İslam savaşçısı dört bir koldan Mekke şehrine akın ediyorlardı. Tekbirler, zikirler, marşlar yeri göğü inletiyordu. On yıl önce ‘’Allah’’ demenin yasak olduğu bu şehir şimdi ‘’Allah en büyük!’’ haykırışlarıyla inliyordu. Mekkeli putperestler evlerine kapanmışlardı. Ölüm korkusu bütün evleri sarmıştı. İslam Peygamberinin onlar hakkında vereceği kararı endişeyle bekliyorlardı.

                Siyah derili Bilal yüksek bir yere çıkmış sevinç gözyaşları içinde Mekke’nin fethedilişini izliyordu. Bir ara dayanamadı. Yere diz çöküp Mekke’nin toprağını avuçladı. Kutsal şehrin topraklarını öptü, kokladı, yüzüne sürdü. Sonra şükür secdesine kapandı. Mekke’nin fethini onlara nasip ettiği için Allah’a teşekkür etti.

                Kutsal Mekke şehrine dört koldan giren İslam Ordusu Kâbe’nin önünde toplandı. Başlarında da son peygamber Muhammed Mustafa vardı. Peygamber Aleyhisselam Kâbe’nin anahtarlarını istedi. Anahtarlar gelince Kâbe’nin kapılarını açtı. Büyük dostu, yardımcısı Ali’yle beraber Kâbe’nin içine girdi.

Mekkeli müşrikler Allah’ın evini putlarla doldurmuşlardı.

                Peygamberimiz, Ali’nin yardımıyla büyük putu devirdi. Tekbirlerle devirdiği büyük puttan sonra dostlarına talimat verdi. Ashap coşkulu tekbirlerin eşliğinde Kâbe’nin içine daldı. Kısa bir süre içinde üç yüzden fazla put paramparça edilmiş, Allah’ın evi putlardan temizlenmişti.

                Putları kıranların içinde Bilal de vardı. Bilal öfkeyle kırıyordu putları. Bu cansız taş ve tahta parçalarına tapmadığı için az işkence görmemişti. Onu çırılçıplak soyuyorlar, kavurucu güneşin altında günlerce aç ve susuz bekletiyorlardı. Bazen de boynuna ip bağlayıp sokaklarda sürüklüyorlardı. Böyle zamanlarda çocuklar onunla alay edip taşlıyorlardı. Kavurucu sıcakta çıplak göğsüne konulan ağır kaya parçalarının altında bayıldığı çok olmuştu. Hep bu değersiz putları yüce Allah’a tercih etmediği için.

                Bilal putları öyle bir aşkla, şevkle kırıyordu ki ter içinde kalmıştı. İşi bitince miğferini çıkarıp yüzünü yıkadı. Bir ağacın gölgesine oturup Kâbe’nin avlusunda toplanan Mekkelileri gözetlemeye başladı. Kılıcının kabzasını hiç bırakmıyor, tetikte duruyordu.

                Peygamberin emriyle bütün Mekkeliler toplanınca Peygamberimiz yüksek bir yere çıktı ve bağırdı:

                ----- Ey Kureyş halkı size ne yapmamı bekliyorsunuz?

                Bütün esir müşrikler başlarını önlerine eğdiler. Utançtan Peygambere bakamıyorlardı.

                Bilal, kendilerinin Mekkelilerin ellerine esir düştüklerini hayal etti. O zaman onlara ne yaparlardı acaba? Hiç kuşkusuz bütün Müslümanları kılıçtan geçirirlerdi. Müslümanlara çok gaddar ve insafsız davranırlardı. Uhud savaşında Müslümanların ölülerine bile işkence yapmamışlar mıydı?

                Mekkeli müşrikler Müslümanlara yapmadıkları zulmü bırakmamışlardı. Müslümanları yurtlarından kovmuşlar, yüzlerce Müslüman’ı şehit etmişler, hatta Peygamberimizi bile öldürmeye çalışmışlardı. İslam dinini yok etmek için hiçbir komplo ve saldırıdan çekinmemişlerdi…

                Muhammed Mustafa tekrar sordu:

                ----- Size ne yapmamı bekliyorsunuz?

                Mekkeliler hep bir ağızdan bağırdılar:

                ----- Ya Muhammed! Sen yüce bir insansın! İyi bir akraba, merhametli bir dostsun!

                Peygamber buyurdu:

                ----- Gidin hepiniz serbestsiniz!

                O intikam için gelmemişti. İnsanları kurtarmak için gelmişti. Sevgi ve merhamet peygamberiydi o…

                Peygamberimiz, ona sevgiyle bakan Bilal’e döndü.

                ----- Haydi Bilal, Kâbe’nin damına çıkıp ezan oku! Namaz vakti…

                Bilal, Kâbe’nin damına tırmandı. Ellerini kulaklarına götürdü. Bütün gücüyle haykırdı:

                ----- Allah’u Ekber! Allah En Büyük!

                İşkence gören, aşağılanan siyahi bir köleyken onu son peygamberin özel müezzini haline getiren yüce İslam dininin Mekke’ye hakim olmasının, büyük fethin gerçekleşmesinin sevinci onu coşturdukça coşturuyor, gözyaşları içinde, gür sesiyle Mekke’nin göğünü dalgalandırıyordu:

                ---- Allah’u Ekber! Allah En Büyük!

 

 

 

 

 

 

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *