482

 

 

 

Sait’in oğlu Halit, Mekke’nin soylu, zengin sınıfından, kalabalık ve güçlü bir aileye sahip genç bir adamdı. Bir gün garip bir rüya gördü. 

                Rüyasında başı sonu görünmeyen korkunç bir ateş hendeğinin kenarında duruyordu. Kızıl ateş yalımları gökyüzüne doğru yükseliyor, sıcaklığın hararetinden beyni zonkluyor, ter vücudundan yağmur gibi boşanıyordu. Hendeğin kenarından ayrılmak, oradan kaçmak istiyor, ama yerinden kıpırdayamıyordu. Çünkü babası Sait kollarından sıkıca tutmuş onu hendeğe doğru itekliyordu. Feryat ediyor, ağlıyor, babasının ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. Babası onun feryat ve çırpınışlarına aldırmıyor, ateş dolu hendeğe atmak için tüm gayretini sarf ediyordu.

                Genç Halit tam ateş dolu hendeğe atılacağı anda güçlü iki el tarafından kurtarıldı. Kendisini ateşten kurtaran iki elin sahibine baktı. Parlak, ışıklı yüzüyle kendisine gülümseyen kurtarıcısı Muhammed Mustafa’ydı. Peygamberliğini ilan eden Muhammed…

                Halit, gördüğü rüyadan çok etkilendi. Korkuyla:

 

                -  Allah’a and olsun ki bu rüya haktır! dedi.

                Derin düşünceler içinde sokağa çıktı. Sokakta ilk Müslümanlardan Hazreti Ebu Bekir’le karşılaştı. Titrek, heyecanlı bir sesle ona rüyasını anlattı.

                Hazreti Ebu Bekir mutlulukla Halit’i kucakladı ve ona: 

                - Ne mutlu sana! dedi. Gördüğün rüya senin kurtuluşunun habercisidir. O ateş dolu hendek cehennemdir. Baban seni cehenneme doğru sürüklemek istiyor. Ama kendisi o ateşe girecek. Sen, Allah’ın son peygamberi Muhammed Aleyhisselam’a tabi olacak, hidayete erecek, İslam’la şereflenecek, ateş ehli olmaktan kurtulacaksın.

                Halit bin Sait, hemen Peygamber Efendimizi aramaya başladı. Resulullah’ı  Ecyad Mahallesindeki bir evde buldu. Peygamberimiz Halit’i gülümseyerek karşıladı.

                Genç adam Peygamberimize:

                - Ey Muhammed! dedi. Sen insanları neye çağırıyorsun?

Muhammed Aleyhisselam: 

                - Allah’tan başka ilah olmadığına; eşi, benzeri ve ortağı bulunmadığına, benim de O’nun kulu ve peygamberi olduğuma inanmaya çağırıyorum…  diye konuşmaya başladı. Ve putlardan uzaklaşmaya çağırıyorum! O putlar ki cansız, basit tahtalardan, taşlardan yontulmuşlar. Ne duyarlar ne de görürler. Kimseye zarar veremezler, kimseye faydaları dokunmaz; ibadet edenle etmeyeni de bilmezler.

                Halit zaten inanmaya hazırdı. Gördüğü o müthiş rüya imanla arasındaki engelleri kaldırmıştı. Arzuyla, coşkuyla, heyecanla kelime-i şehadeti getirdi: 

                -  Allah’tan başka ilah olmadığına, Senin de Allah’hın elçisi, Resûlü olduğuna iman ediyorum!

                Mekke’nin soylu ve zengin genci Halit’in Müslüman olması ailesi arasında büyük bir infial uyandırdı. Nasıl olurdu da atalarının, zengin, soylu ve yönetici sınıfın dinini; onlara kazanç, imtiyaz, zenginlik sağlayan yüzlerce yıllık dini bırakır da yoksulların ve kölelerin dinine tabi olurdu?

                Halit’in babası Sait, oğlunu tevhid dininden döndürmeye kararlıydı. Öfke içinde onu bulup getirmelerini emretti çocuklarına. Halit, babasının gazabından korunmak için bir müddet saklandı. Ama sonunda onu yakalayıp eve götürdüler.

Halit’in babası telkin, nasihat ve tehditlerle oğlunu yola getirebileceğini sanıyordu.  Bunda başarılı olamayınca şiddete başvurdu. Eline geçirdiği uzun, kalın bir sopayla Halit’i vurmaya başladı. Halit sessizce diz çökmüş, gözlerini yummuş, vücuduna yağmur gibi inen, her tarafını morartan, onu acılardan acılara sürükleyen sopa darbelerine Allah’ı zikrederek karşılık veriyordu. Dilinden ‘Allah’ haykırışından başka bir şey dökülmüyordu.

                Halit’in dik duruşu, tavizsiz ve metanetli tavrı babasını daha da kızdırdı. Sait, kendini kaybetti. Elindeki sopayla oğlunun kafasına vurmaya başladı. O kadar büyük bir kin ve hınçla vuruyordu ki, sopa Halit’in kafasında paramparça oldu. Başından akan kanlar Halit’in güzel yüzünü kızıla boyadı.

Halit’in inancından taviz vermediğini gören babası onu açlıkla tehdit etti. 

                -  Eğer Muhammed’in dininden dönmezsen seni aç bırakırım! diye haykırdı. Sokağa atarım!

                Halit: 

                -   Rızkı veren Allah’tır! diye karşılık verdi. O, beni doyurur…

                Halit’in babası onu kolundan tutup peşinden sürükledi. Kanlı elbiselerine, parçalanmış yüzüne, morarmış vücuduna aldırmadan evden dışarı attı. 

                - Git! Dedi. İstediğin yere git! Sen artık bu eve ait değilsin!

                Her zaman bolluk içinde yaşamış, açlık nedir, yoksulluk nedir bilmeyen Halit bir anda kendini yokluğun ortasında bulmuş, başını sokacağı bir evden bile mahrum kalmıştı. Ama Halit bunların hiç birini önemsemiyordu. İmanın tadını almıştı bir kere. Hiçbir zorluk onu yolundan çeviremezdi. Çeviremedi de… İlk muhacirlerden oldu Halit. Yurdunu, sevdiği toprakları, dostlarını arkasında bırakıp Habeşistan’a, tanımadığı yerlere hicret etti. Davasına gönül vermiş, varlığını davasına adamış bir adamdı Halit…

 

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *