481

 

 

Peygamberimizin sevgili torunları Hasan ve Hüseyin hastalanmışlardı. Hastalıkları uzun sürdü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz’in kızı, cennet kadınlarının en üstünü olan Fatıma ve kocası Ali şöyle dua ettiler:

                - Rabbimiz! Eğer çocuklarımız iyileşirse üç gün üst üste oruç tutacağız!

                Çok geçmeden Hasan ve Hüseyin iyileştiler. Onlar da Allah’a verdikleri sözü tutmak için oruç tuttular. Akşam iftar sofrasına oturdular. Uzun ve sıcak bir gün geçirmişlerdi. Hepsi de çok aç ve yorgundular. Akşam ezanı okundu. Tam yemek yiyeceklerdi ki kapı çalındı. Fatıma kalkıp kapıya baktı. Yaşlı, elbiseleri eski, aç bir adam yalvaran bir sesle:

                - Selam size ey Peygamberin Ehl-i Beyti! dedi. Benim gibi yoksul ve aç bir Müslüman’ın karnını doyurmak istemez misiniz?

                Peygamberimizin damadı Ali, önlerindeki sofraya baktı. Kuru ekmek ve sudan başka bir şey yoktu. Bütün ekmeği alıp fakir adama verdi. Adam dua ederek oradan ayrıldı.

                Fatıma, sevgili eşinin bu davranışından çok hoşlanmıştı.      Gülümseyerek:

                - Aç kalacağız ama, önemli değil! diye konuştu. Fakir insanları kendimize tercih etmeliyiz.

                - Haklısın!

                O gece aç yattılar. Yiyecekleri olmadığından sahur da yemediler. İkinci gün orucuna aç karınla başladılar. Ama hallerinden hiç şikayetçi değillerdi. Yüzleri mutlulukla parlıyordu.

                Akşam sofraya oturdular. Önlerindeki arpa ekmeğine iştahla bakıyorlardı. Mideleri açlıktan kazınıyordu. Hareketleri yavaşlamış, halsiz düşmüşlerdi.

                Tam ezan okunurken kapı yine çalındı. Bu sefer kapının önünde yetim bir çocuk bekliyordu.

                Fatıma annemiz yetim çocuğun saçlarını şefkatle okşadı. Sonra:

                - Söyle bakayım! Bu akşam vakti dışarıda ne arıyorsun? diye sordu.

Çocuk utanarak mırıldandı:

                - Açım! Bana biraz yiyecek vermez misin?

                Fatıma hemen içeri döndü. Sofradaki tüm yiyeceği alıp yetim çocuğa verdi.

                Ali gülümsedi:

                - Desenize bugün de aç yatacağız!

                Hasan ve Hüseyin sevinçle babalarına baktılar. Fatıma’nın gözleri parladı. Çocukları sımsıkı kucakladı.

Üçüncü günün orucuna dayanılmaz bir açlıkla girdiler. Açtılar. Hem de çok aç. Lakin yürekleri mutlulukla doluydu. Yaptıklarından hiç pişman değillerdi.

                Ve üçüncü günün sonu. Ayakta zor duruyorlardı. Açlıktan yüzleri sararmıştı. Tam üçgündür sudan başka bir şey midelerine girmemişti. Sofradaki yiyeceğe hasretle bakıyor, sessizce ezanın okunmasını bekliyorlardı.

                Ama o da ne? Dışarıdan bir insan sesi geliyordu. Ses kapının önüne gelince durdu. Ürkek bir tıkırtı duyuldu. Bu sefer Ali kalktı.

                Kapıda yabancı bir adam vardı. Üstü başı toz içindeydi.     Ali nazik bir sesle sordu:

                - Bir isteğiniz mi var?

                Yabancı kekeleyerek:

                - Beni affedin! dedi. Garip bir yolcuyum. Buraları tanımam. Çok acım. Eğer bana bir şey verirseniz size dua ederim!

                Ali, çocuklarına baktı. Yüzleri sapsarı kesilmişti. Bugün de aç kalırlarsa, kesinlikle hastalanırlardı. Ama kapısına gelmiş muhtaç bir insanı geri çeviremezdi. Buna imanı müsaade etmezdi.

                Çok düşünmedi. Sofrada ne varsa hepsini garip yolcuya verdi.

                Yorgun bir gülümseme Fatıma’nın dudaklarına yayıldı.

                - Çocukların açlığa tahammülleri kalmadı, dedi. Ey sevgili eşim! Mescide git. Babam ordadır şimdi. Belki onun yanında yiyecek bir şeyler bulunur.

                Ali, harmanisini giyip dışarı çıktı. Mescide, Peygamber   Efendimizin yanına gitti. Peygamberimiz ashabıyla sohbet ediyordu. Ali, mescidin bir köşesine oturdu. Peygamberimizden bir şey istemeye utanıyordu. Bir türlü Peygamberimize yaklaşıp yiyecek isteyemiyordu.

                Peygamberimiz bir müddet sonra Ali’nin, yani biricik damadının garip tavırlarını fark etti. Onu yanına çağırdı. Ali, utanarak yerinden kalktı. Gelip peygamberimizin karşısında diz çöktü.

                Peygamberimiz merak ve ilgiyle sordu:

                -Söyle ya Ali, bir derdin mi var?

                Ali yutkundu, mahcubiyet içinde sustu. Tam o sırada Allah’ın büyük meleği Cebrail geldi.

                Peygamberimize durumu anlattı ve Peygamberimizin ailesini öven bir ayet nazil oldu.Ayeti Kerime fakirleri, yetimleri, yolcuları kendilerine tercih eden, muhtaç oldukları halde başkalarının ihtiyacını gideren, verdikleri sözde duran, nezirlerini yerine getiren Ehl-i Beyti övüyordu.

                Peygamberimiz o kadar duygulanmıştı ki gözyaşlarını tutamadı. Orda bulunan Müslümanlar ise gözyaşları içinde Peygamberimizin ailesine yiyecek götürdüler.

 

 

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *