Adam iman ettim diyor, cennete, cehenneme
inandığını söylüyor, diliyle ölümden sonrasını kabul ediyor, ama inandığı
şeyler onu günahtan alıkoymuyor. Allah’a isyandan, harama el uzatmaktan
uzaklaştırmıyor. Cenneti istiyor, lakin onu cennete götürecek işler yapmıyor.
Cehennemden korkuyor fakat ne kadar cehennemlik amel varsa işlemekten
çekinmiyor.
Neden? Çünkü kalben cennet ve cehennemin varlığını hissetmiyor, hissedemiyor?
Ona deseler ki on yıl boyunca seni en ağır işlerde çalıştıracağız. Günde on
sekiz saat, güneşin altında inşaatlarda, demir atölyelerinde en ağır şekilde
çalışacaksın. Sonrasında sana İstanbul’da, deniz kenarında bir villa vereceğiz.
Noter huzurunda da bu vaatlerine resmiyet kazandırsalar…
Peki, bu teklife kim büyük bir aşk ve şevkle atılmaz? İnsanlar o villaya sahip
olmak için değil on yıl, yirmi yıl da ölesiye çalışmayı kabul eder. Ama Allah
yüce kitabında, Peygamberinin vasıtasıyla çok daha hafif bir çaba karşılığında
sonsuz cenneti vaat ettiği halde insanların çoğu için bu teklif cazip gelmez,
ilgi uyandırmaz. Dilleriyle isterler ama elde etmek için istenen çabayı
göstermezler.
Çünkü insanlar iman ettik, inanıyoruz demelerine rağmen cennet ve cehennemin
varlığı konusunda kalben ikna olmuş değiller.
İman konusunda ilginç yorumları olan bir isim İmam Humeyni… Aklın Ve Şeytanın
Askerleri adlı eserinde İmam Humeyni ilgi çekici bir anekdot paylaşıyor iman
meselesiyle ilgili. Sekiz on yaşlarında bir çocuk büyük bir ciddiyet ve
heyecanla yanımıza koşarak gelse ve evimizin yandığını veya ailemizden birinin
kaza geçirdiğini söylese hangimiz yerimizde dururuz diyor İmam. Hangimiz sakin
dururuz, bir şey olmamış gibi davranırız? Ne kadar önemli işimiz olursa olsun,
işimizi bırakıp çocuğun peşinden koşmaz mıyız? Çocuğu sorguya çekmeye,
sözlerinin doğruluğunu araştırmaya bile ihtiyaç duymayız. Neden? Çünkü çocuğun
ciddiyet ve heyecanı bizim ona gerçek anlamda inanmamıza yetmiştir. Çocuğun
söyledikleri konusunda mutmain olmuşuz.
Ama diyor İmam Humeyni yüzlerce, binlerce yıldır sayısız Peygamber, veli,
bilgin, âlim, doğru sözlü ve güvenilir insan bizlere ölümden sonraki hayatın
gerçek olduğunu söylemesine, cennet ve cehennem hakikatine şahitlik etmesine
rağmen bu uyarı ve telkinler bizleri harekete geçirmiyor. Çocuğun oluşturduğu
heyecanı oluşturmuyor. Sanki cennet ve cehennem yokmuş gibi yaşıyoruz.
Çünkü cennet ve cehennemin, ölümden sonraki hayatın hakikati konusunda bir iman
zaafı içindeyiz. Bu konuda kalplerimiz mutmain değil. Ve belki de bu
tatminsizliği bile bilmeden yaşıyoruz. Bir gaflet ve cehalet bulutu içinde
kaybolup gitmişiz.
Yine İmam Humeyni iman konusundaki zaafa parmak basmak için şöyle bir örnek
veriyor: Düşünün diyor, kaç insan gecenin zifiri karanlığında boş bir odada bir
ölüyle tek başına sabahlayabilir? Buna çok az insan cesaret edebilir. O insana
neden korktuğunu, neden bir ölüyle aynı odada yalnız kalmaya çekindiğini
sorsanız verecek cevap bulamaz. Neticede o odadaki cesedin zararsız olduğunu,
bir taş veya tahtadan farksız olduğunu kabul ediyor. Cansız bir et ve kemik
yığınından insan ne diye korksun ki?
Lakin kalp aynısını söylemiyor. Kalp o cesedin cansız olduğu, zararsız olduğu
konusunda mutmain olmuş değil. İkna olmuş değil. Kalp tereddüt içinde ya o ölü
ayağa kalkarsa, hortlarsa, canlanırsa diye korkuyor.
Müslümanların, İslam ümmetinin iman konusundaki zaafı da ne yazık ki kalben
mutmain olmama halinden kaynaklanıyor. İmani konularda bir tatmin hali yaşarsa
kesinlikle bu gün içinde bulunduğu perişanlık, günah bataklığı içinde yüzme,
harama karşı duyarsızlık halini yaşamaz.
Dirilişimiz gerçek imanı elde etmekten geçiyor. Gerçek imanı bulmak için
harekete geçmeliyiz, gerçek iman arayışına girmeliyiz. Bu konudaki
hastalığımızı tespit etmeli ve tedavi çareleri aramalıyız.
İslam ümmetinin zulümden, sömürüden, cehaletten, dağınıklıktan, yoksulluktan,
günah ve haram bataklığından, İslam dışı, İslam düşmanı güçler karşısında
düştüğü zelil durumdan kurtulmasının tek yolu hakiki imanı elde etmesidir.
Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi hakiki imanı elde eden dünyaya meydan okur!
0 yorum