Geçen hafta bilmek ve inanmak
arasında “köleliğin psikolojisi”ni yayın kuruluna gönderdikten sonra çok değer
verdiğim bir dostum bir söz göndermiş ve bu söz beni oldukça etkilemişti.
“Bir insan herhangi bir
fikri konuda sert ve saldırgansa,
-Ya inancı zayıftır
-Ya bilgisi zayıftır
-Ya da bir sahtekârlık (üçkâğıt)
peşindedir.”
Ancak bu sözün İmam Gazali’ye ait
olduğunu öğrenince normal karşılamıştım; çünkü İslam dünyasının en parlak
zekâlarından biri olan İmam’ın böyle güzel tespitlerde bulunmasında şaşılacak
bir şey yoktu.
Yine de İmam Gazali’nin bu sözünü
duyduktan sonra ve yaklaşık bir senedir onu farklı kaynaklardan okuyup
araştıran biri olarak İmam’ı sadece İhya-u Ulumid-Din adlı eseriyle tanıyanlar
kesinlikle eksik tanıyor diye geçirdim içimden…
Bunun üzerine onun hakkında bir
yazı kaleme almayı düşündüm; ancak biraz düşününce onun hakkında araştırmamı
derinleştirip etraflı bir okuma yaptıktan sonra yazmanın daha doğru olacağına
kanaat getirdim.
Belki de bu hafta yazmayı düşündüğüm
şiddetin antropolojisi adlı yazıma temel dayanak olarak bu sözü almalıydım.
Öyle ya şiddetin temelinde yatan
ve birbiriyle bağlantılı en büyük üç nedeni sıralamıştı İmam.
Nitekim tarihin karanlık
sayfalarını aralarken karanlık bir dönemde Seneca, çocukları hayvana benzetmiş
ve bunun için de dayağın ancak onları terbiye edeceğini, tıpkı hayvanlar gibi
çocukların da kırbaçla boyun eğmelerinin sağlanabileceğini ifade etmişti. Bunun
üzerine okullarda, evlerde ve dahi manastırlarda sözlü ve fiziksel şiddet
uygulanmış, şiddetin bir kültüre dönüşmesi sağlanmıştı.
Peki, Seneca bu fikirleri hangi
gerekçeyle söylemişti?
Elbette o da Augustinus gibi
kendi döneminde bu fikirleri muhtemelen kutsal saydığı metinleri yorumlayarak
gerekçelendiriyor ve şiddetin kişiyi itaat etmeye ittiğini, uygulanan şiddetin
kişiyi günahlarından arındırıp kurtuluşa erdireceğine ve şiddeti uygulayan
kişinin de mükâfatlandırılacağına inanıyordu. Ya da hesaplarına öyle geldiği
için görüşlerini temellendiriyorlar ve halkı da buna inandırıyorlardı.
Peki, halk bunlara neden
inanıyordu?
İşte burada imamın muhteşem
tespiti devreye giriyordu.
Şöyle ki insanların dini konuda
bilgisi hemen hemen hiç yoktu; zira halkın okuma yazma oranı oldukça düşüktü ve
kutsal kitapları onların anlamadığı bir dildeydi.
Bu sebeple içindeki fıtri olan
Allah inancını bir şekilde doldurması ve kendini tatmin etmesi gerekiyordu.
Bunun için önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz ve Simmel’ın “Nitekim
(İnsan) bir açıklamaya içsel gerekçelerle değil kendisine durumu açıklayan
kişilere güvendiği için inanır: Bir şeye değil, birine inanılır” sözünün bir
gereği olarak toplumda tanınmış saygın olduğuna inanılan birine inanmak
zorundaydı.
Bu inanışın temelinde bilgisizlik
vardı ve bilinçaltında o sözüne inanılan kişi haşa Allah yerine konuluyor, sözü
hak kabul edilmeye başlanıyordu. Bir anlamda inandığı Allah değil, papaydı ve
papa bir insandı, nihayetinde zayıf bir varlığa iman da zayıf olurdu.
Ancak bu kişinin farkında
olmadığı ve bilgisizliğini giderene kadar da farkında olamayacağı bir süreçti.
Peki ya üçüncü şık olan
üçkâğıtçılık diye soracak olursanız o da inanılan kişiye ait bir vasıftı.
Öyle ya inanan kişi dürüsttü,
dolayısıyla inandığı kişinin de dürüst olduğuna inanıyordu.
Kendisi samimiydi, inandığı
kişinin de samimi olduğuna inanıyordu.
Ne de olsa o dürüstlük ve
samimiyetinin nişanesi olarak elindeki malı mülkü Allah için inandığı kişiye
vermekten imtina etmiyor, onun söylediği her sözü yerine getirmekten bir an
bile tereddüt etmiyordu.
Bütün bunların neticesinde kendisinin
değil; efendi olarak kabul ettiği kişi veya kişilerin düşmanlarına şiddet
uygulamaktan çekinmiyordu.
Üstelik bu uyguladığı şiddeti
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kutsal kabul ediyor ve Allah tarafından
mükâfatlandırılacağına inanarak yapıyordu.
Sonuç olarak şiddetin temelinde
yatan en büyük neden cehalettir yani bir konu hakkında yeterli bilgi sahibi
olmadan bir şeye veya bir kişiye inanmaktır.
Nitekim yukarıda ifade ettiğimiz
gibi ortaçağ karanlık Avrupa’sında kilise, halkın cehaletinden beslenmiş,
okumalarından ziyade iyi bir dinleyici olmalarını sağlamış, şiddeti bir kültür
bir gelenek haline getirmiş ve yüz yıllarca insanları sömürüp kendi
düşmanlarına şiddet uygulayan makinalara dönüştürmüştür.
Öyle ya kendi çocuğuna şiddet
uygulamayı kültüre dönüştürmüş olan ortaçağ Avrupa’sının neden kanlı bir
geçmişi olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerek…
0 yorum