Kölelik bize ne kadar uzak
bir kavram değil mi?
Hiç, çocuğumuzun başkasının
çocuklarına dadılık yapsın diye satıldığına şahit olmadık.
Hiç çocuğumuzun gözlerimizin
önünde kırbaçlandığına tanık olmadık.
Hiç çocuğumuzun yanı
başımızda demir şişlerle dövülmesinin nasıl bir duygu olduğunu tatmadık…
Ve hiçbir şey yapamamanın
verdiği acı…
O da her çocuk gibi dokuz
ayın sonunda dünyaya gelmişti; ancak Harriet farklıydı onun ten rengi siyahtı
ve karanlık bir gelecek onu bekliyordu.
Zira efendileri öyle
istiyordu.
O da tıpkı her çocuk gibi bir
anne babaya sahipti; ancak anne babası da onun gibi birer köleydi.
Ağır işlerde çalıştırılıyor,
insanlık dışı işkencelere maruz kalıyordu, çocuklarının satılmasına, işkence
görmesine mani olamıyor dolayısıyla onları koruyamıyorlardı.
Anne babaları ileride
çocukları da onlar gibi insanlık dışı muameleye maruz kalmasın diye
çocuklarının köleliği içselleştirmelerini istiyor ve bunun için kutsal
kitaplarındaki “Kölelerin, efendilerine itaat etmeleri gerekir’’ cümlesini
sürekli tekrarlıyorlardı.
Ancak Harriet ‘Yeni
Ahit”teki’ bu cümleleri ret ediyor ve “Eski Ahit’teki” özgürlük hikâyelerini
dinlemeyi tercih ediyordu; çünkü köleliğin onun kaderi olmadığını düşünüyordu.
Neden Eski Ahit’te
özgürlükten söz ederken Yeni Ahit’te efendiye itaat etmeleri gerektiği
yazıyordu diye düşünmeden de edemiyordu.
Malcom X’in söylediği gibi:
"Beyaz adam sizi köle vahşi ve barbar olduğunuza inandırmış. Bunlara
inanınca beyaz adamın üstün ve efendi olduğuna da inandınız. Sonra da beyaz adam
sizi ezdi, öldürdü ve sömürdü. Bu inanç sizi beyaz adama benzemeye çalışmaya
itti.”
Belki de bu sebep kendisine
sorulan, “Köleleri kurtarmak için en zor adım nedir?” sorusuna Harriet şöyle
cevap veriyordu: “Bir köleyi köle olmadığına ikna etmek.”
O köle olmadığına, olmaması
gerektiğine ikna olmuş ve şöyle demişti: “İki şeye hakkım olduğuna karar
verdim: Özgürlük ve ölüm… Birine sahip olamazsam ötekini isterim. Hiç kimse
beni canlı tutsak edemez.”
Bunun için 150 km yolu 26
günde, avcılardan saklanarak kat etmiş ve köleliğin yasak olduğu başka bir
eyalete gitmeyi başarmıştı.
Kendi özgürlüğüyle yetinmemiş
diğer kölelerin de özgür olması gerektiğine inanmıştı.
Bunun için “gizli demiryolu
örgütü’’ isimli örgütlenmeyle kölelerin özgürlüklerine kavuşması için mücadele
ediyordu.
Bu örgütlenme sayesinde
yüzlerce köleyi özgürlüğüne kavuşturmuş ve köle sahiplerini oldukça
korkutmuştu.
Bu sebeple köle sahipleri
tarafından başına yirmi beş veya kırk bin dolar para ödülü konulmuş ve en çok
aranan isim olmuştu.
Buna rağmen yakalanamamış ve
eylemlerinde yüzde yüzlük bir başarıya ulaşmıştı.
Firar eden kölelerin ağır
cezalarla cezalandırılmasına yönelik çıkan yasaya rağmen köleliğin yasak olduğu
dolayısıyla özgür olduğu kuzeydeki eyaletten, köleliğin yasak olduğu ve yakalandığı
takdirde tekrar köle olacağı güney eyaletine tam 19 kez gitmiş ve yüzlerce
köleyi özgürlüğüne kavuşturmuştu.
Bir keresinde kurtarmaya
çalıştığı erkek kölelerden biri yolun yarısında korkmuş olmalı ki geri dönmek
istemişti. Ama o hiç çekinmeden namluyu ona uzatmış ve eğer geri dönerse onu
öldüreceğini söylemişti. “Ölü köleler konuşamaz” demiş ve ne kadar kararlı
olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştu.
Çünkü o şunu çok iyi
biliyordu; köleler insan muamelesi görmüyor dolayısıyla geri dönen köle
insanlık dışı işkenceler sonucunda konuşabilir gizli yolları yetkililere
söyleyebilir ve kölelerin özgürlük umudunu söndürebilirdi.
Peki, kimdi bu cesur yürek!
Sakın aklınıza cesur yürek
filmindeki William Wallace gelmesin zira bahsettiğimiz bir erkek değil; 1820’de
dünyaya köle olarak gelmiş özgür bir insan olarak hayata veda etmiş, köleliğe
karşı amansız bir mücadele vermiş küçük siyahi bir kadın olan ve “kölelik
cehenneme en yakın şeydir” sözünün sahibi Harriet Tubman’dı.
O hayatının sonuna kadar
kölelerin özgürlüğü için mücadele etmiş ve bu alanda sembol bir isim olmuştu…
0 yorum