Cuma günü Cuma namazına giderken her zaman olduğu gibi yine
caminin girişinde üç beş muhtaç, camiye gelen Müslümanların maddi desteklerini
talep ediyorlardı. Buz gibi havada caminin kapısına dikilmeyi göze alan bu
insanlara insani duygularını kaybetmemiş her Müslümanın yüreği yanar elbette.
Camide imam, hutbe okumadan önce bu muhtaç kardeşlerimiz
için ayrıca bir hutbe irad etti maalesef. Dilencileri buraya çekmeyelim. Biz
onlara yardım ettikçe onları teşvik etmiş ve daha fazla gelmelerine neden olmuş
oluruz. Çoğu da muhtaç değildir, Müslümanların ibadetlerine engel oluyorlar…
diyerek verdi veriştirdi onları. Hemen devamında da: Ey Müslümanlar,
camimizin doğal gaz faturaları ve diğer ihtiyaçları için namaz sonrasında
yardımlarınızı talep edeceğiz diyerek o muhtaçların yaptıklarının aynısını
yapmış oldu. Evet, şahsı için değildi elbette. Caminin ihtiyaçları içindi.
Ancak fiilin mefhumu itibarıyla aynı şeyi yapmış oldu.
Doğrusu ben buna çok üzülmekle birlikte çok da içerledim.
Türkiye’de hem camilerin durumunun bu noktaya gelmesi hem de muhtaç ve
fakirlerimize bakış açısının bu kadar evirilmesi, %99’u Müslüman bir ülkede
kabul edilir bir durum değildir. Ben imamın Diyanet İşleri Başkanlığımızın
talimatı ile caminin kapısına gelen muhtaç insanları cemaatin karşısında bu
kadar rencide ettiğine inanmıyorum şahsen.
Öte taraftan cami kapılarında muhtaç insanları her gördüğümde
Allah’ın bana verdiği nimetleri hatırlarım. Ülkede bir de fakir ve muhtaç
insanların var olduğunu görürüm. Medyaya yansımayan, görmezden gelinen, zengin
ile fakir arasındaki uçurumu bir kez daha müşahede ederim. Oraya gelen fakir ve
muhtaçlar, maddi ve manevi olarak bana çok şey katıyorlar.
Hutbe irad eden hatip kardeşlerimiz, camilerin kapısında
bekleyen muhtaç Müslümanları gördüklerinde onlardan beklenen, camide hutbe
sırasında memleketin muhtaçlarına ve fakirlerine dikkat çekerek Müslümanların
zekat ve sadakalarını hakkıyla vermelerini, fakir ve muhtaçları gözetmelerini,
kardeşlik ve yardımlaşmanın önemini vurgulamalarını ve onları arayıp bularak
ellerinden tutmalarını va’zetmeleridir. Öyle ya, eğer Müslümanlar zekat ve
sadakalarını hakkıyla çıkarıp kardeşlik ve yardımlaşmanın gereğini yerine
getirselerdi değil ülkede, belki dünyada muhtaç hiç kimse kalmayacaktı.
Caminin kapısına gelerek yardım talep eden kişiler arasında
hiç mi suiistimal eden kimse yoktur? Diye sorulacak ise; elbette suiistimal edeni
de olur derim. Ancak bir kötü niyetlinin ateşinde bütün muhtaçları yakmanın,
hutbe sırasında binlerce insanın önünde onları rencide etmenin, bütün toplumun
onlara bakış açısını değiştirip küçümsemelerine, kinlenmelerine, hor
görmelerine ve suiistimalci muamelesi yapmalarına neden olmanın doğru olduğunu
iddia eden bir imam-hatip çıkacağına da inanmıyorum.
Bu şekildeki söylemler toplumda yardımlaşma, dayanışma,
sadaka verme, aç insanların ihtiyaçlarını giderme duygularını da bitirecektir.
Yardıma muhtaç, sadece camiler midir? Diye de sormak gerekir elbette. Bir de
memlekette devlet tarafından yapılan kaç tane cami var diye sormak lazım. Yılda
240 milyar TL’nin sadece borçların faizine verildiği bir memlekette cami yapmak
için bir kuruş ödenek ayrılmıyor maalesef. Devlet cami yaptırmadığı gibi
camilerin ihtiyaçlarını da vermiyor. Yanılmıyorsam sadece aydınlatma için
kullanılan elektriğin bedelini ödüyor. Bütün bu trajikomik durumu görmezden
geliyoruz, ancak yüzlerini ayaklarının altına koyarak, utana sıkıla Müslümanların
desteğini talep eden muhtaç kardeşlerimize tahammül edemiyoruz.
Bence bu durum, kabul edilebilir bir durum değildir.
Türkiye, devleti ve toplumu ile bu durumdan bir an önce kurtulmalıdır. Diyanet
İşleri Başkanlığımıza hem camilerin yaptırılması hem de ihtiyaçlarının
karşılanması için gerekli ödenekler her yıl düzenli olarak verilmelidir.
Camilerin kapısına gelen muhtaç insanları da hiç kimse hor
görmemeli, imkanı varsa ellerinden tutmalıdır. Unutmamak gerekir ki bizim
onlardan hiçbir üstünlüğümüz yoktur. Maddi olarak biraz daha fazla imkanımız
var ise o da imtihan içindir. Kim bilir, belki de o muhtaçlarla imtihan
oluyoruz.
0 yorum