488

Muhammed Aleyhisselam, risaletle görevlendirildikten sonra Arabistan topraklarında büyük bir ahlaki devrim gerçekleştirdi. Onun vefatından sonra dostları, ashabı bu insani ve ahlaki devrimi bütün dünyaya yaydılar. Raşit halifeler, özellikle de adı adaletle özdeşleşen Hazreti Ömer döneminde ahlaki yozlaşmanın, kötülüğün kaynağı iki süper güç, zamanının egemen iki uygarlığı, İran ve Roma imparatorlukları tarih sahnesinden silindi. Böylece İslam’ın yüce insani ve ahlaki değerleri bütün yeryüzü coğrafyasını bir güneş gibi ısıttı, aydınlattı.

Bu yüce ahlaki ve insani devrimin en büyük kazanımlarından biri de hiç kuşkusuz kadının kurtuluşu ve mutluluğu olmuştur. Kadın, Peygamber Aleyhisselamın ahlak devrimi sayesinde insan olduğunun farkına varmıştır.

Tarih kitaplarını inceleme imkanı bulan birçok aydın ve araştırmacının da itiraf ittiği gibi İslam öncesi çağ, kadın açısından insanlık tarihinin en kötü, en karanlık çağıdır. Bu karanlık çağda kadın basit bir şehvet aracı, alınıp satılan bir mal olarak görülüyordu. O dönemin filozofları tarafından kadının ruhu var mı, yok mu veya kadın insan mı, yarı şeytan mı gibi tartışmalar bile yapılıyordu. En uygarından tutun, en ilkeline kadar bütün erkeklerin gözünde kadın bir fitne ve kötülük kaynağıydı. Kadına değer vermek, onu önemsemek, ona acımak, fikir ve görüş sahibi kabul etmek utanç vesilesiydi. Çoğu kez, kız çocuklarını doğar doğmaz öldürmek, hatta diri diri toprağa gömmek medeni olmanın alameti sayılıyordu. Her bir adamın sayısız karısı, cariyesi vardı. Evlilikte sınır yoktu. Bazen kadınlarını satılık bir mal gibi birbirlerine değiş tokuş yapıyorlardı.

Kadının can ve namus emniyeti yoktu. Kadın erkeğin kölesiydi. Erkek istediği zaman kadını döver, satar, fuhuş gibi en kirli işlerde kullanır, hatta öldürebilirdi de. Kadını koruyacak,onun haklarını savunacak hiçbir hukuki mekanizma yoktu.

Muhammed Aleyhisselam, Kur’an’ın öğretileri doğrultusunda zavallı kadının çilesine son verdi. Kadını erkeklerle aynı ve adil haklara kavuşturdu. Kadının canını, malını, namusunu koruma altına aldı. Hatta, yüce yaratıcının emriyle kadını kutsal bir varlık ilan etti. Kadının ana olduğunu, ananın ise yeryüzündeki en değerli, en şerefli en saygıdeğer varlık kabul edilmesi gerektiğini şu meşhur sözüyle buyurdu:

“Cennet anaların ayakları altındadır.”

Cennete giden yol ananın, yani kadının rızasından geçer. Kadını memnun etmeyen, kadının hoşnutluğunu kazanmayan kişi cennete gidemez…

Allah’ım ne büyük bir devrim! Hangi anlayış, hangi dünya görüşü, hangi ideoloji, hangi sistem kadını böyle kutsamış, ona bu onurlu makamı vermiştir? Günümüzün vahşi ideolojileri mi? Sapkın kapitalizm mi? Her şeyi meşrulaştıran, her şeyi değersizleştiren liberal düşünce mi?

Üzülerek belirtmeliyim ki günümüz dünyasına egemen olan Batı uygarlığı, İslam’ın ve Peygamber Aleyhisselamın kadını oturttuğu şerefli makamdan onu düşürmüş, asırlardır elde ettiği tüm kazanımlarını yok etmiş, onu tekrar basit, değersiz bir şehvet aracına dönüştürmüştür. Kokuşmuş Batı uygarlığının yüzünden kadın, İslam öncesi karanlık çağa geri dönmüştür. Ahlaksızlık çukurunun en dibine düşürülen, erkeklerin arzularının kölesi haline getirilen, karakter ve şahsiyet sahibi olmaktan çıkarılan zavallı kadının yeni bir ahlaki devrime ihtiyacı vardır. Yeni bir kurtarıcıya ihtiyacı vardır. Bu kurtarıcı Muhammed Aleyhisselamın vasıtasıyla insanlığa indirilen son din İslam’dan başkası değildir.

Allah’ın izniyle bu kurtarıcının ayak sesleri duyulmaya başlanmıştır. Şeytani güçlerin, barbar batının, silah ve teknoloji  gücüne güvenip böbürlenen despot kapitalizmin tüm çabaları boşunadır. İnsanlığı yok olmaktan kurtaracak, dünyayı adalet ve mutlulukla dolduracak İslam’ın aydınlık yüzyılı başlamak üzeredir…

Evet… Peygamber Aleyhisselamın  kadına ne kadar değer verdiğini, onu ne kadar önemsediğini anlamak için Hazreti Hatice validemizle olan ilişkisine kısa bir göz atmak yeterlidir.

Muhammed Aleyhisselam sevgili eşi Hatice’t-ül Kübra ile yirmi beş yıl evli kaldı. Bu yirmi beş yıl boyunca sevgili eşine kötü bir laf ettiği, onun kalbini kırdığı duyulmamıştır. Resûl-i Ekrem her konuda sevgili eşine danışırdı. Onun görüşlerine önem verirdi. Peygamberlikle görevlendirildiği zaman bu daveti ilk önce sevgili eşine yaptı. Böylece ilk iman etme şerefine nail olan onun sevgili eşi oldu. Muhammed Aleyhisselam, Hatice annemize o kadar bağlıydı ve onu o kadar sevip değer veriyordu ki, onun ölümü karşısında bir hüzün denizine daldı. Sevgili eşinin ayrılığı ona o kadar acı geldi ve onu o kadar üzdü ki, sevgili eşinin vefat ettiği yıla “Hüzün Yılı” denildi.

Kız çocuklarına sahip olmanın bir utanç vesilesi sayıldığı, kızların diri diri toprağa gömüldüğü bir zamanda Muhammed Aleyhisselam kendi kızlarına bir babadan öte bir dost, arkadaş ve sırdaş gibi davranıyordu. Her fırsatta onlara olan sevgi ve ilgisini gösteriyordu, en ufak acıları karşısında derin hüzne kapılıyordu.

Hazreti Fatıma yanını geldiği vakit, Muhammed Aleyhisselam hemen ayağa kalkıyor, kızını muhabbetle yanına oturtuyordu. Bazen de ruhunu okşayıcı tavırlar ve tatlı sözlerle bizzat yerine davet ediyordu. Sevgili kızı kalktığı zaman da onu dışarıya kadar uğurluyordu. Kızına seslenirken sık sık “Babasının annesi!” diye iltifat ediyordu. Fatıma’yı bir iki gün göremeyince onu çok özlüyor, kızını gördüğü vakit gözleri sevinçle parlıyordu. Daima etrafındakilere “Fatıma benden bir parçadır!” diyordu.  “ Onu seven beni sevmiş olur, beni seven de Allah’ı sevmiş olur…”

Peygamber Aleyhisselam sadece yakınları olan kadınlara değil, diğer bütün kadınlara karşı da anlayışlı, sevecen, hoşgörülü ve affediciydi. Çoğu zaman kadınların hatalarını, ayıplarını görmezden gelir, onları bağışlardı. Ona en büyük kötülükleri yapan bir çok kadını affetmiş, düşmanlıklarını görmezden gelmiştir. Mesela onu zehirlemeye kalkan Yahudi kadını hiçbir şey yapmadan serbest bırakmıştır. Yine insan ciğeri yiyen vahşi Hind’in yaptığı akılalmaz kötülükler yetmiyormuş gibi onun gözlerine bakarak hakaretler etmesini duymazlıktan gelmiştir.


 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *