Muhammed Aleyhisselam, risaletle görevlendirildikten sonra Arabistan
topraklarında büyük bir ahlaki devrim gerçekleştirdi. Onun vefatından sonra
dostları, ashabı bu insani ve ahlaki devrimi bütün dünyaya yaydılar. Raşit
halifeler, özellikle de adı adaletle özdeşleşen Hazreti Ömer döneminde ahlaki
yozlaşmanın, kötülüğün kaynağı iki süper güç, zamanının egemen iki uygarlığı,
İran ve Roma imparatorlukları tarih sahnesinden silindi. Böylece İslam’ın yüce
insani ve ahlaki değerleri bütün yeryüzü coğrafyasını bir güneş gibi ısıttı,
aydınlattı.
Bu yüce ahlaki ve insani devrimin en büyük kazanımlarından biri de hiç
kuşkusuz kadının kurtuluşu ve mutluluğu olmuştur. Kadın, Peygamber
Aleyhisselamın ahlak devrimi sayesinde insan olduğunun farkına varmıştır.
Tarih kitaplarını inceleme imkanı bulan birçok aydın ve araştırmacının da
itiraf ittiği gibi İslam öncesi çağ, kadın açısından insanlık tarihinin en
kötü, en karanlık çağıdır. Bu karanlık çağda kadın basit bir şehvet aracı,
alınıp satılan bir mal olarak görülüyordu. O dönemin filozofları tarafından
kadının ruhu var mı, yok mu veya kadın insan mı, yarı şeytan mı gibi
tartışmalar bile yapılıyordu. En uygarından tutun, en ilkeline kadar bütün
erkeklerin gözünde kadın bir fitne ve kötülük kaynağıydı. Kadına değer vermek,
onu önemsemek, ona acımak, fikir ve görüş sahibi kabul etmek utanç vesilesiydi.
Çoğu kez, kız çocuklarını doğar doğmaz öldürmek, hatta diri diri toprağa gömmek
medeni olmanın alameti sayılıyordu. Her bir adamın sayısız karısı, cariyesi
vardı. Evlilikte sınır yoktu. Bazen kadınlarını satılık bir mal gibi
birbirlerine değiş tokuş yapıyorlardı.
Kadının can ve namus emniyeti yoktu. Kadın erkeğin kölesiydi. Erkek
istediği zaman kadını döver, satar, fuhuş gibi en kirli işlerde kullanır, hatta
öldürebilirdi de. Kadını koruyacak,onun haklarını savunacak hiçbir hukuki
mekanizma yoktu.
Muhammed Aleyhisselam, Kur’an’ın öğretileri doğrultusunda zavallı kadının
çilesine son verdi. Kadını erkeklerle aynı ve adil haklara kavuşturdu. Kadının
canını, malını, namusunu koruma altına aldı. Hatta, yüce yaratıcının emriyle
kadını kutsal bir varlık ilan etti. Kadının ana olduğunu, ananın ise
yeryüzündeki en değerli, en şerefli en saygıdeğer varlık kabul edilmesi
gerektiğini şu meşhur sözüyle buyurdu:
“Cennet anaların ayakları altındadır.”
Cennete giden yol ananın, yani kadının rızasından geçer. Kadını memnun
etmeyen, kadının hoşnutluğunu kazanmayan kişi cennete gidemez…
Allah’ım ne büyük bir devrim! Hangi anlayış, hangi dünya görüşü, hangi
ideoloji, hangi sistem kadını böyle kutsamış, ona bu onurlu makamı vermiştir?
Günümüzün vahşi ideolojileri mi? Sapkın kapitalizm mi? Her şeyi meşrulaştıran,
her şeyi değersizleştiren liberal düşünce mi?
Üzülerek belirtmeliyim ki günümüz dünyasına egemen olan Batı uygarlığı,
İslam’ın ve Peygamber Aleyhisselamın kadını oturttuğu şerefli makamdan onu
düşürmüş, asırlardır elde ettiği tüm kazanımlarını yok etmiş, onu tekrar basit,
değersiz bir şehvet aracına dönüştürmüştür. Kokuşmuş Batı uygarlığının yüzünden
kadın, İslam öncesi karanlık çağa geri dönmüştür. Ahlaksızlık çukurunun en
dibine düşürülen, erkeklerin arzularının kölesi haline getirilen, karakter ve
şahsiyet sahibi olmaktan çıkarılan zavallı kadının yeni bir ahlaki devrime
ihtiyacı vardır. Yeni bir kurtarıcıya ihtiyacı vardır. Bu kurtarıcı Muhammed
Aleyhisselamın vasıtasıyla insanlığa indirilen son din İslam’dan başkası
değildir.
Allah’ın izniyle bu kurtarıcının ayak sesleri duyulmaya başlanmıştır.
Şeytani güçlerin, barbar batının, silah ve teknoloji gücüne güvenip böbürlenen despot kapitalizmin
tüm çabaları boşunadır. İnsanlığı yok olmaktan kurtaracak, dünyayı adalet ve
mutlulukla dolduracak İslam’ın aydınlık yüzyılı başlamak üzeredir…
Evet… Peygamber Aleyhisselamın
kadına ne kadar değer verdiğini, onu ne kadar önemsediğini anlamak için
Hazreti Hatice validemizle olan ilişkisine kısa bir göz atmak yeterlidir.
Muhammed Aleyhisselam sevgili eşi Hatice’t-ül Kübra ile yirmi beş yıl
evli kaldı. Bu yirmi beş yıl boyunca sevgili eşine kötü bir laf ettiği, onun
kalbini kırdığı duyulmamıştır. Resûl-i Ekrem her konuda sevgili eşine
danışırdı. Onun görüşlerine önem verirdi. Peygamberlikle görevlendirildiği
zaman bu daveti ilk önce sevgili eşine yaptı. Böylece ilk iman etme şerefine
nail olan onun sevgili eşi oldu. Muhammed Aleyhisselam, Hatice annemize o kadar
bağlıydı ve onu o kadar sevip değer veriyordu ki, onun ölümü karşısında bir
hüzün denizine daldı. Sevgili eşinin ayrılığı ona o kadar acı geldi ve onu o
kadar üzdü ki, sevgili eşinin vefat ettiği yıla “Hüzün Yılı” denildi.
Kız çocuklarına sahip olmanın bir utanç vesilesi sayıldığı, kızların diri
diri toprağa gömüldüğü bir zamanda Muhammed Aleyhisselam kendi kızlarına bir
babadan öte bir dost, arkadaş ve sırdaş gibi davranıyordu. Her fırsatta onlara
olan sevgi ve ilgisini gösteriyordu, en ufak acıları karşısında derin hüzne kapılıyordu.
Hazreti Fatıma yanını geldiği vakit, Muhammed Aleyhisselam hemen ayağa
kalkıyor, kızını muhabbetle yanına oturtuyordu. Bazen de ruhunu okşayıcı
tavırlar ve tatlı sözlerle bizzat yerine davet ediyordu. Sevgili kızı kalktığı
zaman da onu dışarıya kadar uğurluyordu. Kızına seslenirken sık sık “Babasının
annesi!” diye iltifat ediyordu. Fatıma’yı bir iki gün göremeyince onu çok
özlüyor, kızını gördüğü vakit gözleri sevinçle parlıyordu. Daima
etrafındakilere “Fatıma benden bir parçadır!” diyordu. “ Onu seven beni sevmiş olur, beni seven de
Allah’ı sevmiş olur…”
Peygamber Aleyhisselam sadece yakınları olan kadınlara değil, diğer bütün
kadınlara karşı da anlayışlı, sevecen, hoşgörülü ve affediciydi. Çoğu zaman
kadınların hatalarını, ayıplarını görmezden gelir, onları bağışlardı. Ona en
büyük kötülükleri yapan bir çok kadını affetmiş, düşmanlıklarını görmezden
gelmiştir. Mesela onu zehirlemeye kalkan Yahudi kadını hiçbir şey yapmadan
serbest bırakmıştır. Yine insan ciğeri yiyen vahşi Hind’in yaptığı akılalmaz
kötülükler yetmiyormuş gibi onun gözlerine bakarak hakaretler etmesini
duymazlıktan gelmiştir.
0 yorum