481

Saltanat yönetimlerinin İslam dünyasına hâkim olduğu dönemlerde Asya kıtasında yaşayan bir padişah vardı. Padişah çok büyük bir ülkeye hükmediyordu. Askerlerinin, saraylarının, cariye ve kölelerinin haddi hesabı yoktu.

Padişahın ihtişamlı saraylarından birinde biricik oğlu yaşıyordu. Padişahın başka çocuğu yoktu.

Prens, babasının şımartmasıyla sorumsuz bir hayat sürdürüyordu. Eğlenceden, zevkten başka bir şey bilmiyordu. Emrindeki adamlarıyla kırlara, çöllere çıkıyor, avdan ava koşuyordu. Hastalık, dert, üzüntü nedir bilmiyordu.

Bir gün prens, askerleriyle ava çıkmak için saraydan ayrıldı. Yolda bir kafileye rastladı. Bu bir cenaze alayıydı. Kafiledeki kadınlar, çocuklar feryat ediyor, erkekler üzüntüyle gözyaşı döküyorlardı.

Prens bu garip olayı ilgiyle seyretti. Sonra yanındaki adamlardan birine sordu:

-Nedir bu? İnsanlar neden ağlıyorlar?

-Genç bir adam ölmüş, insanlar ona ağlıyorlar efendim.

- Ölüm de ne demek oluyor?

- Prens hazretleri, insanlar hastalanınca ölüyorlar

Prens kızgınlıkla bağırdı:

-Senden hiçbir şey anlamıyorum! Hastalık da ne demek? Ölüm, hastalık, bunlar ne biçim şeyler?

Adam, prensi ürkütmemeye çalışarak:

- Efendimiz! Dedi. İnsanlar doğduktan sonra büyürler. Bu esnada bazı sıkıntılarla karşılaşırlar. Mesela bazılarının mideleri ağrır, bazılarının başlarına ağrı girer, bazılarının kalbi iyi çalışmaz. Ne bileyim? İnsanların bazı çeşitli sebeplerden ötürü organları iyi çalışmaz. Gözleri, kulakları, el ve ayakları iyi iş görmez. İşte biz buna hastalık deriz. Bazen hastalıklar o kadar ilerler ki insanın tüm organları canlılığını yitirir. Kalp durur. Göz görmez. Kulak işitmez. Buna da ölüm deriz.

Prens büyük bir şaşkınlık içinde:

- Ya! Diye mırıldandı. Bu genç adamın hiçbir organı çalışmıyor şimdi, öyle mi?

- Evet efendimiz!

- Yani ölmüş!

- Evet…

Prens atından aşağı atladı.

- Şu ölü adamı görelim hele! Dedi. Bakalım ölüm nasıl bir şey?

Prensin tabuta doğru geldiğini gören cenaze alayı saygıyla geri çekildi. Tabutun içinde genç, yakışıklı bir adam yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Göz kapaklarının üstü morarmıştı. Yüzü sapsarıydı. Vücudu uzamıştı. Korkutucu bir görünüşü vardı. Cansız bir eşya gibi, bir taş gibi öylece kıpırtısız duruyordu.

Prens, ölü adamın çıplak koluna dokundu. Ürpertiyle geri çekildi. Ölünün vücudu buz gibiydi. Prens:

-Bir taş gibi soğuk! Diye mırıldandı. Bu adam bir daha canlanmayacak mı? Konuşamayacak, yürüyemeyecek mi?

-Hayır prensimiz…

-Ne yapacaklar o zaman?

-Çürümeye terk edecekler.

-Anlayamadım…

Hizmetkâr, üzüntüyle genç adamın ölüsünü gösterdi:

-Bu gördüğünüz ölüyü toprağın altına gömecekler. Orda birkaç gün sonra kokmaya başlayacak. Sonra çürüyecek toprağa karışacak.

-Yani yok olacak!

-Evet, efendim, zamanla kemikleri bile kalmayacak.

Prens dehşete düşmüştü; korkudan titreyerek konuştu:

-Bu ölüm denilen şey herkesin başına gelecek mi?

-İstisnasız herkesin…

-Yani krallar, padişahlar, sultanlar, prensler ve prenseslerde mi ölecek?

-Bu dünyada yaşayan bütün canlılar ölümü tadacaklar efendimiz.İnsanlar, hayvanlar, hatta bitkiler bile ölecekler…

Prens, adeta nefesi tıkanır gibi:

-Ben de mi ölümü tadacağım? Diye bağırdı.

Hizmetkâr üzüntüyle boynunu büktü. Yutkuna yutkuna:

-Ne yazık ki evet efendimiz! Diye fısıldadı.

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *