481

 

 

Bir zamanlar yeşillikler içinde kaybolmuş şirin bir dağ köyünde iki kardeş yaşardı. Kardeşlerden büyüğü zengin, mal mülk sahibiydi. Geniş arazileri, bostanları, bahçeleri vardı. Kasıla kasıla dolaşır, zenginliğiyle övünür, yoksulları küçümserdi. Ona bu malı mülkü veren Allah’ı hiç hatırlamaz, her şeyi kendisinin kazandığını sanırdı. Kardeşlerden küçüğü ise yoksuldu. Yoksuldu yoksul olmasına ama imanıyla, ahlakıyla, dindarlığıyla köyün en sevilen, en seçkin kişisiydi. Akşama kadar başkalarının tarlalarında çalışarak, ter dökerek çocuklarının rızkını kazanmaktan ötürü üzülmez, Rabbine şükreder, hayatı bir imtihan olarak görürdü.

Büyük kardeş küçük kardeşe hiç yardım etmezdi. Onu horlamaktan, yoksulluğuyla alay etmekten çekinmezdi. Küçük kardeş ağabeyinin bu çirkin, kibirli davranışlarına üzülür, hidayeti için Allah’a dua ederdi.

Çok sıcak bir temmuz günü iki kardeş uzun bir yolculuğa çıktılar. Uzak bir köyde vefat eden bir yakınlarının taziyesine gidiyorlardı. Büyük kardeş süslü püslü elbiseler giyinmiş, yeleleri rüzgarda dalgalanan, göz alacı, siyah bir taya binmişti. Küçük kardeşin bineği ise yaşlı, zayıf, yürümekten aciz bir eşekti. Büyük kardeş yol boyunca atını tırısa kaldırıyor, koşturuyor, yaşlı eşeğini bir türlü yürütemeyip sıcağın altında perişan olan kardeşine bakıp kahkahalarla gülüyordu. Zenginlik ve kibir kalbini o kadar katılaştırmıştı ki kardeşine acımak, ona yardım etmek aklına bile gelmiyordu.

                Bir ceviz ağacının gölgesinde dinlenmeye çekildikleri zaman küçük kardeş hemen uyuyakaldı. Büyük kardeş onun terli yüzüne, toprağa bulanmış elbiselerine bakıp alaylı alaylı güldü. Biraz dinlendikten sonra kardeşini sarsarak uyandırdı.

                ----- Haydi kalk tembel herif! Uyku zamanı mı? Yolcu yolunda gerek.

                Küçük kardeş hoşnutsuzlukla gözlerini açtı.

                ----- Ne diye beni uyandırdın? Dedi ağabeyine. O kadar güzel bir rüya görüyordum ki… Rüyanın en güzel yerinde beni uyandırdın.

                Büyük kardeş alaycı bakışlarla gülümseyerek sordu:

                ----- Şu güzel rüyanı lütfedip bana anlatır mısın?

                Küçük kardeş derin bir iç geçirerek rüyasını anlatmaya başladı:

                ----- Rüyamda genç, yakışıklı bir prens olmuştum. Göz kamaştıran, atlas kumaştan elbiselerim, başımdaki incilerle süslü sarığım beni öyle görkemli yapmıştı ki, beni her gören önümde eğiliyordu. Sarayımın ihtişamını anlatmaya ise kelimelerin gücü yetmez. Ben sarayımın bahçesinde kölelerimin, cariyelerimin ortasında buz gibi içecekler içip dünyalar güzeli karımla sohbet ederken beni uyandırdın…

                Büyük kardeş kasıklarını tutarak gülmeye başladı. Kahkahalarla, sarsıla sarsıla gülüyordu.

                Küçük kardeş hiç kızmadan yavaşça:

                ----- Neden gülüyorsun? Diye sordu.

                Büyük kardeş kahkahalarını sürdürerek:

                ----- Benim zavallı, yoksul kardeşim! Dedi. Gördüğün sadece bir rüyaydı. Gözlerini açtın saray da gitti, prenslik de…

                Küçük kardeş tatlı tatlı gülümsedi. Ağabeyini baştan ayağa süzdü.

                ----- Doğru, diye konuştu. Doğru… Benim gördüğüm sadece bir rüyaydı. Gözlerimi açtım her şey bitti. Ama sen de gözlerini kapatınca her şey bitecek!

                Büyük kardeş birden irkildi.

                ----- Ne demek istiyorsun?

                ----- Ahiret hayatının yanında dünya hayatı bir rüya gibidir. Sen gözlerini kapattığın zaman, yani öldüğün zaman her şey bitmeyecek mi?

                ----- Evet bitecek…

                ----- Biten bir şeye nasıl benimdir diyebilir, onun varlığından ötürü gurur ve kibre kapılabilirsin? Dünyada her şey geçicidir, dünya hayatı da geçicidir. Bizim asıl yurdumuz ahirettir. Biz dünyada bir müddet kalır, imtihan edilir, sonra ölüp gideriz. Biz Rabbimize kulluk etmek için bu geçici misafirhaneye gönderildik, başka bir şey için değil…

                Küçük kardeşin sözleri büyük kardeşi derinden etkilemişti. Büyük kardeş düşündükçe, tefekkür ettikçe ne büyük bir gaflet içinde yaşadığını anlıyordu.

 

                Büyük kardeş pişmanlık içinde hıçkıra hıçkıra ağlayarak secdeye kapandı. Pişmandı, çok pişmandı. Küçük kardeş de ağlıyordu. Onunki sevinç gözyaşlarıydı. Çünkü bir kardeşe daha yeni sahip oluyordu. Ağabey dediği adam onun için şimdiye kadar bir yabancıydı. O yabancının gerçek kardeşe dönüştüğünü anlayıp mutluluk gözyaşları döküyordu. 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *