Bir zamanlar halkı
tarafından çok sevilen, sayılan, mübarek bir âlim vardı. Beyaz uzun saçları,
yine beyaz uzun sakallarıyla heybetli bir görünüme sahip bu bilge, arif âlimin
adı Hudadost idi. Dağların başında, ıssız ve karanlık bir mağarada inzivaya
çekilen Hüdadost, gündüzlerini oruçla, gecelerini de namaz, dua ve zikirle
geçiriyor, sürekli Allah’ın büyüklüğünü tefekkür ediyordu.
Doğru dürüst yemek
yemiyordu Hüdadost. Bazen kırlara, ormanın içine çıkıp dolaşıyor, bulduğu yaban
yemişlerinden, yenilebilen bitkilerden bir şeyler alıp getiriyordu. Yine
mağaranın önündeki düzlükte ektiği sebzelerden de faydalanıyordu.
Melek gibi bir ahlakı
vardı Hüdadost’un. Bilgeliği, takvası, kanaatkârlığı, iman ve cesareti
sayesinde yaşadığı ülkede büyük bir şöhrete kavuşmuştu. İnsanlar onu ziyaret
etmek için çok uzak yerlerden geliyorlar, yolculuğun her türlü çilesini,
sıkıntısını göze alıp mağaraya varıyorlar, Hüdadost’un ellerini öpüp duasını
alıyorlar, nasihatlerini dinliyorlardı. Ziyaretçilerin arasında her kesimden
insan vardı. Zenginler, fakirler, ileri gelenler, devlet yetkilileri, âlimler…
Hüdadost’un yaşadığı
ülkenin başında ne yazık ki zalim bir sultan vardı. Bu sultan halkına yapmadığı
zulmü bırakmıyor, onları haksız yere ezip hayatlarını zindana çeviriyordu.
Zalim sultanın öfkesinden
kurtulan yok gibiydi. İnsanları keyfi olarak ağır vergilere bağlıyor, mallarını
ellerinden alıyor, sesini çıkaranları gözyaşlarına bakmadan zindana atıyordu.
İmkân bulanlar o ülkeden kaçıp gidiyor, başka yerlere sığınıyorlardı. Zalim
sultanın şöhreti ülkesinin sınırlarını aşmış, uzak şehirlere, kasabalara kadar
yayılmıştı.
Birçok insan gibi işte bu
zalim sultan da bazen maiyeti, askerleri ile birlikte mağaraya geliyor,
Hüdadost’u ziyaret ediyordu. Zalim sultan Hüdadost’u ziyaret etmekle hem
vicdanını rahatlatmak hem de halkının gözlerini boyayıp iyi biri olduğunu
göstermek istiyordu.
Ama her defasında Hüdadost
ondan yüz çeviriyordu. Sırtını ona dönüp gidiyor, selamını almıyor, ona olan
kızgınlık ve nefretini gizlemiyordu. Zalim sultanın öfkelenip ona bir zarar
verebileceğini hiç düşünmüyor, zalim sultandan zerre kadar korkmuyordu. Dünyaya
sırtını dönmüş, Allah’tan başkasını önemsemeyen bu veli adam ne ölümden
korkuyordu ve ne de zindandan…
0 yorum