Ramallah’ın, Kudüs’ün,
El-Halil’in sokaklarında yerlerde upuzun yattığını görünce yine sen düştün
aklıma. Seni düşündüm, her gün bir yeri kanınla aydınlığa boğan, dirilişin
kaynağı seni… Dün Mısır’daydın, Irak’taydın, Keşmir, Yemen ve Çeçenya’ daydın…
Kürdistan’da, Afgan dağlarında, Bahreyn’deydin dün… Şimdiyse Ramallah’ın,
Kudüs’ün sokaklarında upuzun yatıyorsun. Ne kadar da mutlu ve sevecensin!
Seni anlatmak istiyorum ey şehit!
Ama anlatamıyorum işte! Nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
Nasıl anlatsam seni ey şehit?
Seni anlatabilme kudreti kime verilmiş ki ben seni anlatabileyim. Bu ilahi
makamı ancak onu yaşayan bilir. Ancak sen anlatabilirsin kavuştuğun nimetlerin
büyüklüğünü ey şehid!
Bir Ali olmak lazım; Bir Hüseyn,
bir Zekeriya, bir Yahya, bir Cafer, bir Musab… Bir Seyyid, bir El-Benna, bir
Çamran, bir Şamil… Bir Molla Zeki, Molla Cüneyt, Molla Şeyhmus, Yasin, Aytaç olmak
lazım seni anlatabilmek için ey şehid!
Kavuştuğun lütuf ne büyük bir
lütuf! Resul-i Kibriya bile sana gıpta ediyor ey azizan! Şöyle diyor
Peygamber-i Ekrem: “ Ben Allah yolunda öldürülmek, sonra dirilmek, sonra yine
öldürülmek, tekrar dirilmek ve bunun hep böyle devam etmesini isterim.”
Ey şehid! Ey Rabbimin özel
misafiri! İlk damla kanın dökülünce neler hissettiğini ne kadar da bilmek
isterdim! Aslında yaşamak isterdim o ilk anı. O ilk anın derin bir huzur ve
mutluluk olduğunu söylüyorlar veli kullar. O derin huzurdan bir katrecik bana
da nasip olsaydı keşke!
Sen hep öyle misin ey şehid!
Neden gözlerini yumunca bir gülümseme yayılır dudaklarında? Yüzün ay ışığı gibi
parıldar! Sanki birden coşkuyla ayağa fırlayacakmışsın gibi bir hal çöker
üstüne. Dirilerden daha diri olur her yanın. Bu canlılığın, mutluluğun, coşkun
nedendir acaba? Fevc fevc seni tebrik etmeye gelen meleklerin coşkusunun
yansıması mı bu halin? Yoksa seni ötelere götürmeye gelen Azrail’in can veren
gülümsemesine bir karşılık mı? Ya da cennetteki hurilerin, köşklerin, envai
nimetlerin birden ayaklarının önünde serilişinden ötürü Rabbine karşı duyduğun
mutluluk verici mahcubiyet mi?
Dedim ya seni anlatabilmek hangi
babayiğidin harcı? Ancak sen kendini anlatabilirsin. Peygamberlerden duyduğum
şu bilgiyi çok merak ediyorum ey şehid! Peygamberler, veliler bile cennete
kavuşunca dünyayı unuturlarmış, bir daha dünyaya dönmek istemezlermiş. Sen
hariç… Sen ısrarla bu kirli dünyamıza dönme arzusuyla çırpınıyormuşsun. Dönmeyi
yüce Rahmandan istiyormuşsun. Dönmeyi ve tekrar öldürülmeyi… Şehadet anı nasıl bir
mutluluk ki cennete bile tercih ediyorsun? O an nasıl bir an ey şehid?
Ah şehidim, o anı ben de
yaşayabilseydim ne olurdu sanki! Gülümsüyorsun değil mi? Öyle kolay mı der
gibi… Biliyorum şehit olabilmek için şehitler gibi yaşamak lazım. Rahman’ın
rızasını her şeyin üstünde tutan bir yaşam… Dini için, imanı için yüreğini
ortaya koyan, canını hiçe sayan, dilinden Rahman’ın zikrini eksik etmeyen, ah
davam diye inleyenlerin yaşamı…
Aslında şehitlik Rabbani bir
lütuftur şehidim. İyilere hediye edilen bir lütuf… İyilerden olmak için ne
yapmak lazım bilmem ki! Şahadetini önceden bilseydik bir öğrenci gibi dizinin
dibinde oturur, şehadete giden yolun işaretlerini talim ederdik senden ey
şehid!
Şehitler hissederlermiş günler
önceden şehadet anının yaklaştığını. Cennetin kokusu ve arzusu doldururmuş her
yanlarını ve tüm benliklerini. Ah! Benim içimi niye doldurmuyor böyle bir his?
Böyle bir hise aşina olabilmek için yüreğimi hangi suyla yıkayayım ki ey şehid!
Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı,
mübarek toprakları, ümmetin namusunu kanın, canın pahasına koruyan sen ey
şehit! Seni nasıl anlatsam bilmem ki! Seni ancak sen anlatabilirsin…
0 yorum