482


Günümüzde tasavvuf akımlarının çoğu, tarikatların çoğu ılımlı olduklarından ya da bazı eller yoluyla ılımlaştırıldıklarından insanlar, genç nesiller tasavvufu, tasavvuf büyüklerini yanlış biliyor, yanlış tanıyorlar. Tasavvuf büyüklerinin İslam milletlerinin sorunları, siyasi talepleri karşısında duyarsız kaldıklarını, ümmetin dertleriyle dertlenmediklerini sanıyorlar. Tasavvuf geleneğinin Müslümanları pasifleştirdiği, emperyalist, sömürgeci, işgalci güçlerle mücadele konusunda tasavvuf büyüklerinin olumsuz rol oynadığı algısına kapılıyorlar.

Evet, tasavvufun asıl görevi büyük cihattır, yani nefisle cihat… Nefsin terbiye edilmesi, kalbin her türlü hastalıktan arındırılıp insanın temiz bir gönülle rabbine yönelmesi, züht, takva, zikir, oruç, nafileler tasavvufun, irfanın olmazsa olmazı, öncelikleridir. Güzel ahlak, kemal yolunda yürüyüş, insan-ı kâmil olma arzusunda mesafe kat etmek, dünya hırsı ve sevgisi tuzağı karşısında kalp ve nefsin teyakkuz halinde olması tasavvufun ilgi alanında ön sırada yer almaktadır.

Lakin bütün bunlar gerçek bir mutasavvıfı cihat ve şehadet yolundan, direniş hattından alıkoymaz. Gönlünü Allah’a kaptıran, gözü Allah’tan başkasını görmeyen, dilinden Allah zikri düşmeyen, Allah sevdasından başka sevdaya kör bir arif, zahit nasıl olur da Allah’ın bir buyruğunu dinleyip öbürünü göz ardı eder. Allah’a âşık bir derviş Allah’ın kelamı hilafına hareket eder mi?

Yüce Allah hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız kendisine ait olduğunu söyleyecek, mukaddes kitabında Müslümanları kâfir ve münafıklarla savaşa teşvik edip malları ve canlarıyla cihat etmelerini emredecek, Müminlerin mal ve canları karşılığında onlara cenneti vereceğini buyuracak ve Allah’a âşık bir mutasavvıf bunu görmezden gelecek… Bu mümkün mü? Elbette değil!

Mutasavvıflar İslam tarihi boyunca zalim sultanlara, Moğol ve Haçlılar gibi işgalci barbarlara direnen İslam ümmetini hiç yalnız bırakmamışlar, vaaz ve telkinleriyle İslami mücadelede öncü rol oynamışlardır. İmam Rabbani ve Muhyettin-i Arabi gibi gönül sultanları zindanlara girme pahasına, sürgün ve hicreti göze alarak hakkı haykırmaktan, İslam’ı devlet kılma sevdasından vazgeçmemişlerdir.

Ama biz günümüze, İslam topraklarının işgale uğradığı, Müslüman halkların vahşice katledildiği, İslam dışı güç ve ideolojilere mahkûm edildiği son iki asra bakalım. On dokuzuncu ve yirminci yüz yıla bakalım. Bu son iki asır İslam ümmeti için musibet ve felaket çağlarıdır. Müslümanlar Moğol ve Haçlılar zamanında bile tatmadıkları acıları tatmış, zilletin en büyüğüne mahkûm olmuşlardır. İslam toprakları bir bir işgal edilmiş, Müslümanların malları, canları, ırzları heder edilmiş, kahredici katliamlar yaşanmış, tağuti rejimler, şeytani düzenler, Batı menşeli yönetimler İslam topraklarından İslam’ın kökünü kazımaya çalışmışlardır.

Bu barbar saldırılar ve emperyal hedefli işgaller karşısında İslam topraklarında direniş hareketleri yeşermiş, destanlar yazan kıyamlar yaşanmış, onur ve izzetle dolu kahramanlıklar mukaddes kanlarla yazılmıştır. Söz konusu İslami direniş ve kıyamlar büyük bir umutsuzluk ve yenilmişlik psikolojisi içindeki Müslüman halklara ümit aşılamış, onların uyanış ve direniş saflarında yer almalarına büyük katkı sağlamıştır. Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde, İslam coğrafyasının değişik yerlerinde varlıklarını sürdüren İslami hareketler, Mücahit oluşumlar, cemaatler varsa bu cemaat ve hareketler son iki asırda yaşanan direniş ve kıyamlara çok şey borçludurlar.

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *