483

 

 

Müslümanlar Hulafa-i Raşidin döneminde o zamanın iki süper gücünden biri olan Roma İmparatorluğunun topraklarının büyük kısmını fethetmiş, Doğu Roma'yı yıkmış, Batı Roma'yı ise köşeye sıkıştırmış, zillet içinde cizye vermeye mecbur bırakmışlardı.

Emeviler döneminde, hilafetin saltanat rejimine dönüşmesi sonrasında Romalılar Müslümanlara cizye vermekten vazgeçtiler. Bu durumu kabullenemeyen Emevi halifesi Muaviye, debdebeli bir elçiler heyeti hazırlayıp Bizans'a gönderdi. Elçiler en pahalı, lüks elbiseler giyinmiş, göz kamaştıran Arap atlarına binmiş, sarık ve kaftanlarını inci ve altınlarla süslemiş olarak Romalıların başkentine geldiler.

Müslümanların elçileri Roma İmparatorunun sarayına girerlerken gördükleri ihtişam karşısında şaşkına döndüler, hayret ve hayranlık içinde etraflarına bakıp durdular. İmparator onları bu hal üzere kabul etti. Elçiler yıllık cizyeyi, yani vergiyi isteyince İmparator bunu kabul etmedi.  Müslüman elçilerin reisi: “ Daha önceki halifeler döneminde verdiğiniz cizyeyi niye şimdi vermiyorsunuz? Bizim gazabımızdan korkmuyor musunuz?” diye konuşunca İmparator şu tarihi ve ibret dolu cevabı verdi:

“Daha önce sizden çekiniyorduk, korkuyorduk ama artık korkmuyoruz. Çünkü sizden öncekiler bize hiç benzemiyorlardı. Bizim debdebe ve ihtişamımızı küçümsüyor, dünyaya önem vermiyorlardı. Son derece basit giyiniyor, sade yaşıyorlardı. Biz hayatı ne kadar seviyorsak onlar da ölümü o kadar seviyorlardı. Allah yolunda öldürülüp Cennete gitmek onların en büyük arzularıydı. Böyle bir toplumla savaşmayı göze alamadığımız için boyun eğdik. Ama siz onlar gibi değilsiniz. Bizden bir farkınız yok. Siz de bizim gibi debdebeli yaşamaya, dünya hayatına düşkünsünüz. Sizinle yaşantımız birbirine benziyor. O halde sizden niye korkalım ki?”

Şu an yaşadığımız toplumsal durumumuz, geçmişte Emevi dönemindeki Müslüman toplumun durumuna ne kadar da benziyor değil mi? Amerikalılar gibi giyiniyor, onlar gibi yiyip içiyor, onların yemek kültürüne özeniyor, içtikleri kolayı ve sigarayı tüketiyor, seyrettikleri film ve okudukları romanlarla oturup kalkıyor, sonra da onlara direnmekten bahsediyoruz. Yaşantımız, hayallerimiz, kanunlarımız, önceliklerimiz, toplumsal ve ailevi ilişkilerimiz Amerikalıların, Batılılarınkiyle hemen hemen bire bir. Onlar kadar dünyaya düşkünüz, onlar kadar arzularımızın esiri olmuşuz ve onlar kadar ahlaki yozlaşma bataklığında debelenip duruyoruz. Ölümden korkma, ölüm ötesi ve ahreti önemsememe konusunda onlardan pek bir farkımız yok.

Gerçekten Amerika ve Batı ile hesaplaşma, Batının boyunduruğu altından çıkma, sömürülerinden kurtulma, özgür ve bağımsız bir toplum olma hedefinde samimiysek işe onlar gibi düşünüp yaşamayı terk etmekle başlamalıyız. Bunun yolu da öze dönmekle olur. Devlet ve halk olarak yüzümüzü Allah'a dönmekle, İslami bir nesil ve toplumu inşa etme süreci başlatmakla, İslami değer ve öğretilerle barışmakla olur.

Amerikalılar gibi yaşayarak Amerika'ya direnemeyiz. Devlet ve halk olarak değişmeliyiz, nefislerimizdekini değiştirmeliyiz. Yüce yaratıcımız ilahi fermanında, “Bir toplum kendi nefislerindekini değiştirmedikçe biz o toplumu değiştirmeyiz” diyor.

Rabbimizin çağrısına kulak verip O'na yönelmekle kurtuluş, özgürlük, bağımsızlık ve izzet sürecimizi başlatmak için daha ne duruyoruz?

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *