0

 

 

Feth-i Mubin, büyük fetih gerçekleşmişti.  Yıllar süren savaşların, çilelerin akıllara durgunluk veren fedakarlıkların sonunda şirkin, putperestliğin, kötülüğün karargahı ele geçirilmişti.

Mekke İslam askerlerinin ellerindeydi artık.

Küstah Kureyş, yapmadığını bırakmamıştı sevgili Peygambere. Yirmi yıl boyunca İslam  dinini boğmak, Allah’ın adını yeryüzünden silmek, Kuran’ın nurunu söndürmek için Peygamberle ve Müslümanlarla defalarca savaşmıştı. Onları aç bırakmış, ekonomik boykotlarla yoksullaştırmış, mallarına el koymuştu. Bununla yetinmemişti Kureyş. İslam Peygamberini ve Sahabe-i Kiramı yurtlarından kovmuş, onları evlerinden, ailelerinden, sevdiklerinden ayırmıştı. Müslümanların başına gelen hemen hemen tüm musibetlerin arkasında Kureyş vardı, Mekke yönetimi vardı. Bedir’de,  Uhut’ta Hendek’te Resûllulah’a kılıç çekenler, onun canına kast edenler hep onlardı.

Ve şimdi Kureyş’in yurdu Mekke,  İslam ordusunun elindeydi. On bin İslam askeri Mekke’yi fethetmişti. İslam ordusunun muzaffer başkomutanı Muhammed Aleyhisselam, Beytullah’ın merdivenleri üzerinde durmuş Kureyşlileri süzüyordu.

Kendilerini yenilemez sanan şımarık, zorba Mekkeliler korku içinde titreşiyorlardı. Kahkahalar atarak yaşlı, savunmasız Sümeyye’nin karnına mızrak saplayanlar; zavallı Bilal‘i kızgın çöl güneşinin altında çırılçıplak soyup ateş gibi yanan kumlarda sürükleyenler; ateşte  kızıla çevirdikleri demirlerle Habbab’ın  güğsünü dağlayanlar; Allah’ın aslanı Hamza‘nın  ciğerlerini vahşice söküp çiğ çiğ yutmaya kalkışanlar;  güzel yüzlü, mahsun bakışlı Mus‘ab’ı, çiçeği burnundaki damat  Hanzala’yı ve daha nice yiğidi, nice Allah dostu nice tevhit erini kanlara boyayan, onları vahşice katledenler... Ve en korkuncu, Allah’ın Peygamberini, Allah’ın elçisini öldürmeye kalkışan, onu çukura yuvarlayan, mübarek dizlerini yaralayan, yüzünü, yanaklarını al kanlar içinde bırakan, üzerine hayvan pisliği atan, yoluna dikenler serpen; onu mecnunlukla, delilikle, sihirbazlıkla, bölücülükle suçlayan bu insanlık düşmanları... Kötülük mabedinin putperestleri... İşte bu insanlar titreyerek bekliyorlardı. Dünyayı kendisine zindan ettikleri bu muzaffer komutan ne karar verecekti acaba? Onlara ne yapacaktı? Onları nasıl bir son bekliyordu? Yaptıkları bunca kötülüğün, bunca alçaklığın, bunca işkencenin cezası ölümden başka ne olabilirdi ki? Ölüm bile hafif gelirdi onlara. Suçlarının büyüklüğünü biliyorlar, ümitsizce bekliyorlardı.

Ve sonunda Peygamber konuştu:

-Size nasıl davranmamı bekliyorsunuz.

Kureyşliler, yaptıkları tüm kötülükleri unutarak feryada başladılar:

 Muhammed! Ah Muhammed! Güzellik sarayının sultanı! Güllerin, gönüllerin, sevgilerin efendisi! O anki sözlerin, o anki eylemin zaman durdukça erdem kitabının önsözü olacak... Ah o da ne? O da ne? Acıma dolu bakışlarla süzüyordun azgın düşmanlarını. Gözlerinde kinin, nefretin, hırsın zerresi yoktu. Merhamet vardı, şefkat vardı hüzünle gölgelenmiş yüzünde. Ve şu sözler döküldü ağzından:

- Gidiniz! Özgürsünüz... Bu gün size kınama ve ceza yoktur! Hepiniz affedildiniz!

Vahşi düşmanlarına kim böyle davranır? Tarih boyunca kim böyle davranmış? Ondan ve onun yarenlerinden başka... Karanlığa mahkum olmamış hangi yürek, kendini şeytana satmış hangi vicdan, cehalet ve yobazlıkla sulanmamış hangi akıl onun yüceliğini inkar edebilir? Emperyalist şarlatanlar ne derlerse desinler, o, varlığıyla, sözleriyle, hayat bahşeden mesajıyla alemlere rahmet olmaya devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecektir.

Kur’an’ın şu yüce mesajı dünya durdukça göklerde ve muvahhid yüreklerde hep yankılanacaktır:

 

“Ey Peygamber, ey resûlüm biz seni ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik!”

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *