Milliyetçilik, ulus devletlerin esas eğilimidir. Ulus
devletler, bu eğilim üzerinde var olmuştur; bunun için milliyetçiliği hep bir
güç kaynağı olarak düşünür ve beslerler.
Küresel derin yapılar, 20. yüzyılda imparatorlukları
milliyetçilikle dağıttılar. Bugün ulus devletleri milliyetçilikle dağıtıyorlar.
Ulus devletler, dün milliyetçilikle var oldular. Bugün
milliyetçilik, kontrol dışına çıkarak ulus devletlerin varlığını tehdit ediyor.
Ulus devletlerin varlıklarını sürdürmeleri, 20. yüzyılın
paradigmalarını aşarak kendileri için yeni bir yaşam çevresi bulmalarına bağlı.
Oysa milliyetçilik, gün geçtikçe bunun önünü tıkıyor, ulus
devletlerin yeni yaşam damarları bulmasını engelliyor ve onları küresel büyük
güçlere bağımlı kalmaya mahkûm bırakıyor.
Türkiye örneğinde sadece sosyal medyadaki ırkçılıktan söz
etmiyorum. Sosyal medyadaki ırkçılar, şöyle sınıflandırılabilir:
-Bir bölümü, uluslararası güçlerle ilişkili İslam
düşmanıdır. Irkçılığı İslam düşmanlığı yapmak için kisve olarak kullanıyor. 19.
yüzyılda Batılılaşma, 20. yüzyılda Sosyalizm, zemin bulmak için milliyetçiliği
kullandığı gibi, bugün de küresel İslam düşmanlığı, Türkiye’de zemin bulmak
için ırkçılığı kullanıyor. Irkçıların sosyal medya hesaplarına bakıldığında bu
gerçeklik bas bas bağırıyor.
-Bir bölümü CIA ve MOSSAD gibi istihbarat örgütleriyle
doğrudan bağlantılıdır. Bunların ırkçılığı, ABD adına, Kürt düşmanlığı
üzerinden Türkiye’nin birliğine; israil adına ise Arap düşmanlığı üzerinden
Türkiye’nin yalıtılmasına, yalnız bırakılmasına dayanıyor.
Bunlar, gerçek anlamda bölücü, engelleyici ve tüketici bir
yapı olarak göz ardı edilemeyecek bir güvenlik sorunudurlar.
Söz konusu iki yapı, faaliyetlerini milliyetçiliğin bütün
ortamlarda kutsanıp yüceltildiği bir ülke atmosferinde rahatlıkla sürdürmekte
ve göçmen politikasından zarar gören ama iyi niyetli kesimlerde taban
bulmaktadır.
Milliyetçiliğin geldiği bu nokta; Türkiye’nin sadece
ekonomisini değil, uzun vadede bütün uluslararası ilişkilerini tehdit edecek
bir boyuta vardı. Milliyetçi yapı, Türkiye’yi gün geçtikçe İslam aleminden
tamamen kopararak Batı’ya mahkûm durumda bırakmaktadır. Batı’nın Türkiye ile ilgili
niyeti ise herhâlde meçhul değil.
Normalde, Türkiye’nin entelektüel yapısını bunu görüp
siyaseti olumlu yönde etkileyecek bir zemine sevk etmesi gerekir. Hiç de öyle
değil!
Yılların köhnemiş milliyetçilik siyaseti, son yıllarda
özellikle beslenerek belki sosyal medya ırkçılığını geride bıraktı. Başka
kavimlere değil, özellikle Müslüman kavimlere ait her üstünlüğe şerh koyan
hasta bir entelektüel zihniyet!
Huzurlarında “Şu Arap alim!” demeye başladığınızda yüzleri
değişmeye başlıyor, bakışlarında bir istihza beliriyor. Peşinden ya onun
aslında öyle büyük olmadığını ya da ondan daha büyük bir Türk’ün bulunduğunu
ispatlama yoluna gidiyorlar. Buluşup buluşup Şam bizim, Yemen bizim, Kahire
bizim nutukları atıyorlar!
Farkında değiller, ülke içinde taban buldukça zihin
dünyalarıyla İslam dünyasında gittikçe yalnızlaşıyorlar, basitleşiyorlar, alay
konuyu oluyorlar hatta kimi ortamlarda artık nefretle anılıyorlar.
Bir dönem Arap dünyasını saran bu hastalığın Türkiye’de bu
ölçüde zemin bulması tamamen ihmalden kaynaklandı.
Son çeyrek yüzyılda sözde iyi niyetle, İslam dünyasındaki
düşünürler için “ithal” diyen entelektüeller hiç de “temiz” değildiler. Zira
onların raflarını hep Batı’nın yazar ve çizerleri süsledi. Onların karşıtlığı
İslam dünyası merkezliydi. Dolayısıyla hakikatte onlarla sosyal medya
ırkçılığının durduğu pek de farklı değildi. Bugün onların her biri klasından
bir gizli ırkçı olarak söz söylemeye devam ediyor.
Zamanında bunların fikir ve niyetleri teşhir edilseydi bugün
kasvetli bir ortamın oluşmasına katkı veremezlerdi.