Seni anmak için kalemi aldım
elime. Senden bahsetmek için… Mazlumiyetini ümmetin mazlum evlatlarına
hatırlatmak için… Ah Halepçe! Ah Halepçe’m! Seni nasıl anlatsam bilmem ki! Seni
anlatmaya, senin acını, acılarla delik deşik olmuş yüreğinin içindeki matemi
anlatmaya hangi kalemin gücü yeter?
Seni anmak için kalemi aldım elime. Senden bahsetmek için… Mazlumiyetini
ümmetin mazlum evlatlarına hatırlatmak için…
Ah Halepçe! Ah Halepçe’m! Seni nasıl anlatsam bilmem ki! Seni anlatmaya, senin
acını, acılarla delik deşik olmuş yüreğinin içindeki matemi anlatmaya hangi
kalemin gücü yeter? Ellerim titriyor senden bahsederken, utanç içinde
kıvranıyor her yanım. Yanaklarımdan aşağı süzülen gözyaşlarım engel oluyor seni
yazmama ey nazlı yurdum, ey mazlumiyetin, acı ve kederin anavatanı!
Nice acılar yaşadı bu ümmet. Nice ihanetleri ve zulümleri yudumladı çobansız
kalmış Müslüman halklar. Basra ve Kerbela bataklıklarında Saddam’ın katil
uçaklarından kaçamayan on binlerce erkek ve kadının kanlı çamura bulanmış
cesetleri için gözyaşları döktük. Şehit Hama’nın acı dolu çığlıkları hala
kulaklarımızda çınlamakta. Ya Felluce’nin kahredici acısı, uşak çizmelerin
tutsağı olmuş mazlum Abadan… İlahi ilmin ve insani bilimin iftihar kaynağı,
âlimler otağı Bağdat’ın yanmış, yıkılmış hali… Kimsesiz, çaresiz, mahzun ve
sahipsiz ümmetimin başına yağmur gibi yağan hangi beladan, katliamdan ve
yıkımdan bahsedeyim ki? Yamyam Budistlerin elleriyle diri diri yakılan Arakanlı
kardeş ve bacılardan mı, ırkçı Yahudiler tarafından kahkahalar eşliğinde
taşlarla kolları kırılan Filistinli çocuktan mı, açlıktan ölmeleri yetmiyormuş
gibi faşit Avrupa askerlerinin silahlandırdığı Hıristiyan çetelerin caddelerin
ortasında işkencelerle öldürdüğü bahtı kara Afrika’nın siyahî Müslümanlarından
mı?
Ama ey Halepçe’m! Senin acın hiç birininki gibi değil. Senin ağlayanın bile
olmadı ey Halepçe’m! Senin için matem yakmadı kimse. Senin suçun o kadar büyük
ki ırkçılığı ilah edinmiş tağutların gözünde, senin için ağlamayı bile çok
gördüler bize… Senin için ağlamak, sana matem tutmak kavmiyetçilik oldu
zalimlerin kitabında… Senin suçun katmerliydi; sen hem Kürt’tün hem de
Müslüman…
Senin için ağlamayı, sana gözyaşı dökmeyi iftihar sayıyorum ey Halepçe’m! Ey
ölüm pahasına, ölüm kusan kimyasallarla kapkara kesilip cansız yere düşme
pahasına Müslümanlığından, imanından vazgeçmeyen, safını İslam’dan ve
Müslümanlardan yana seçmekle iftihar eden Halepçe’m! Hiç unutmayacağım seni,
hiç unutmayacağız seni. Barbar batının kimyasallarıyla kapkara kesilmiş
binlerce şehit ve şehideye ağıt yakmaktan vazgeçmeyeceğiz. Senin ölüm
bulutlarıyla kararmış sokak ve caddelerinde birbirlerine sarılarak ruhlarını
yüce yaratıcıya teslim etmiş masum yavruların cesetleri arasında dolaşarak ağıt
yakan, kısılmış sesiyle halini rabbine şikâyet eden yaşlı dedenin matemine
ortak olmaktan vazgeçmeyeceğiz. Dünya durdukça yavrusunu kucaklayıp ölümden
kaçmak isterken kapının eşiğinde yavrusuyla beraber ölümün kucağına düşen baba
için feryat edip katillerine beddua etmekten vazgeçmeyeceğiz!
Ah Halepçe’m! Kalbimin tam ortasında acıdan bir yumak gibi duran Halepçe’m! Çok
şey borçlu sana bu ümmet. Asimanınla, cadde ve sokaklarınla, bağrında
büyüttüğün iman ve onur timsali çocuklarınla, suyun ve toprağınla kendini
kurban ettin Müslüman halkları gaflet okyanusunda boğulmaktan kurtarmak için.
Hakk ve batılı, zalim ve mazlumu birbirinden ayıran keskin bir kılıç oldun.
Özgürlük, adalet, insan hakları, barış, demokrasi, uygarlık nutukları çeken
Barbar Batının ve onun uşaklığını yapan yerli hainlerin vahşet ve cinayette en
yırtıcı hayvanları bile geride bıraktıklarını ispatladın tüm dünyaya…
Mazlum ve yetim Kürdistan’ımın topraklarını bereketli kanınla sulayan
Halepçe’m! Kıyamete kadar senin için ağlayacağım! Ve kıyamete kadar katillerine
lanet edeceğim! Benim ve ümmetimin uyanışına kendini kurban edişini asla
unutmayacak, senin gibi onurlu bir vatana sahip olduğum için Rabbime yaşadıkça
şükranlarımı sunacağım!
Ey Halepçe’m! Sen benim vatanımsın! Tüm mazlum Müslümanların vatanı…