Cihan Harbinden sonra
Anadolu’yu işgal eden işgalcilere karşı verilen Kurtuluş Savaşı,
Cezayir’in işgalci
Fransızları topraklarından çıkarak için verdikleri mücadele,
Afganistan’ı işgal eden
Ruslara ve ABD’ye karşı vermiş oldukları direniş,
Azerbaycan’ın işgal altındaki
Karabağ topraklarını kurtarmak için vermiş oldukları mücadele, 2020 yılında ve
en son bir ay önce yapmış oldukları operasyonlar,
Dünyada ilk insan ve ilk
Peygamber Hz. Ademden günümüze değin,
Mazlum’un zalimden hakkını
almak için yapmış oldukları bütün mücadele ve savaşlar…
Ne kadar insani, vicdani,
ahlaki ise Filistin Direnişi de o kadar meşrudur.
Böyle bir mücadele; beşerî,
ilahi ve uluslararası bütün hukuk ve yasalarda nasıl bir hak arayışı olarak tanımlanıyorsa
Filistinlerine de vatanlarını korumak, işgalden kurtarma mücadelesi de hukuki
ve kanunidir.
Filistin halkının kendi
topraklarını Siyonist işgalden kurtarmak, kutsal mekanlarını korumak, kadın ve
çocuklarının korumak için yapmış oldukları savaş ve mücadele de meşrudur.
Gazze, Eriha, Askalan, Tel
Aviv, Ramallah, denizden karaya kadar bütün Filistin toprakları Filistin
halkının malıdır. Yüzyıllardır orada oturan ve Müslümanlarla barış halinde olan
Yahudiler hariç, tek bir metrekare toprak dahi Siyonistlere ait değildir.
Siyonistler, Filistinlileri
katlederek ve soykırım uygulayarak, topraklarını işgal ettiler.
75 yıldır verilen mücadele ve
son Aksa Tufanı Operasyonu, haklarını ve topraklarını işgalden kurtarmak için
atılan bir adımdır.
İslam dininde savaş ortamında
dahi kadın ve çocukların, yaşlıların, ibadethanelerde ibadet edenleri öldürmek
yasaktır. Esirler öldürülmez, ibadethaneler yakılmaz, yıkılmaz.
İslam tarihi kaynakları ve
bizzat Müslümanlarla savaşan Batılıların tarihi kaynakları da buna şahitlik
etmektedir.
Kudüs, şehrini savaşsız
teslim alan Hz Ömer, Kıyamet Kilisesini gezerken namaz vakti gelir.
Oradaki Rahibin Hz Ömer’e
Kilisede namazını kılmayı teklif edince o ‘Hayır, ben burada namaz kılarsam
Müslümanlar burayı yıkar’ diyerek ret eder ve dışarda boş bir alanda namaz
kılar.
Ama Haçlılar 1099’da Kudüs’ü
yıkarak; yakarak işgal ederler. Şehirdeki 70 binden fazla Müslüman ve Yahudiye
katliam uygularlar. Kadın ve bebekler dahil hepsini vahşi bir şekilde
katlederler. Öyle ki Haçlı atları dizlerine kadar kana gömülürler. Bunu bizzat
batılı tarihçiler uzun uzadıya yazar ve anlatırlar.
İslam aleminde travma
oluşturan bu olaydan 88 yıl sonra Selahaddin, Kudüs’ü Haçlı işgalinden
kurtarır, şehri teslim alır. İntikam alma, misliyle karşılık verme duygusallığına
kapılmaz. Kadın ve çocukları serbest bırakır. Karşısında savaşanları dahi cüz’i
fidye karşılığında serbest bırakır.
Yahudilerin ve Hristiyanların
mabetlerine karışmaz. Onları yıkmaz. Serbestçe ibadet etmelerine izin verir.
1187 yılından ta Siyonist
işgale kadar Kudüs, Müslümanların idaresinde barış ve huzurun simgesi olan bir
şehir olur. Üç din mensubu olanlar da huzur içinde yaşarlar.
İşgalci Siyonistler
Filistin’e gelince bu durum tam tersine döner. Binlerce on binlerce km öteden
Filistin’e gelerek Filistinlere soykırım uygulayan topraklarını işgal edenlerin
hepsi işgalcidir. İstemeyerek de olsa Filistinli Müslümanların attığı füze ve
bombalarla, bazen fevri hareketlerle Yahudi kadın ve çocuklar zarar görüyorsa
bunun müsebbibi de Siyonistlerdir. O çocukları ve kadınları orada bulunduranlar
suçlanmalıdır. Ama Filistinliler kendi evlerinde ve atalarının binlerce yıldır
topraklarındadır.
Tek yol, bu toprakların gerçek sahiplerine verilmesi, işgalci olanların defolup gitmeleridir.