Bir gün Peygamber Aleyhisselam Sefa Tepesinde bulunuyordu. Yanında da
meleklerin efendisi Hazreti Cebrail vardı. Geceydi. Bir ara Resul-i Ekrem ay ışığının loş
aydınlığında görünen evini işaretle göstererek şöyle dedi:
-Ey kardeşim Cebrail! Seni hakkı getirmekle memur eden Allah’a yemin
ederim ki bu gece Muhammed’in evinde ne un ve ne de kavut vardır… Muhammed’in
evinde yiyecek namına hiçbir şey yoktur. O an gökten müthiş bir ses duyuldu.
Aniden yıkılan bir duvarın gürültüsünü andıran bu korkunç sesten ürperen
Peygamber Aleyhisselam, Cebrail’e:
-Bu da neydi? diye sordu. Allah kıyametin kopmasını mı emretti?
-Hayır! Allah, senin sesini duyunca yanına inmesi için İsrafil’e emretti…
Cebrail Aleyhisselam daha sözlerini bitirmeden Allah’ın büyük
meleklerinden İsrafil, Peygamber Aleyhisselama selam vererek:
-Ey Muhammed! dedi. Yüce yaratıcı senin sözlerini işitti. Bundan ötürü
yeryüzünün hazinelerinin anahtarlarıyla birlikte beni senin yanına gönderdi.
Tihame Dağlarını, Mekke vadisini altın, zümrüt, yakut ve gümüş maddelerine
çevirip senin hizmetine koyma salahiyetini verdi bana. Tercih senin! Nasıl
arzularsan öyle yaparım. İstersen hükümdar bir peygamber ol, istersen de kul
bir peygamber olarak kal!
Peygamber Aleyhisselam sevgili kardeşi Cebrail’e baktı. Hazreti Cebrail
ona, kul bir peygamber olarak kalmasını tavsiye etti. Yani alçak gönüllü, sade
bir hayata sahip, yoksulca bir yaşamı benimsemiş bir peygamber olmasını istedi
ondan. Cömertliğin ve alçakgönüllülüğün sembolü aziz peygamber de aynı
düşüncedeydi. O, dünya hayatının şatafatını asla arzulamıyordu. Sık sık
ashabına: “Dünya hayatı benim gözümde pis kokulu bir hayvan leşinden
farksızdır!” derdi. O yüzden İsrafil’e şu cevabı verdi:
- Kul bir peygamber olmayı isterim
Sonra Rabbine yöneldi.
-İstemem Rabbim! dedi. Hükümdar bir peygamber olmayı itemem… Bir gün tok, bir gün aç kalayım. Aç kaldığımda sana sığınır, sana yalvarır, seni anarım! Doyduğumda ise sana şükreder, hamdı dilimden eksik etmem…