Özellikle son otuz, kırk yılda
İslam dünyasında ciddi bir uyanış, İslami değer ve öğretilere dönüş başladı.
Müslüman halklar özlerine dönme çabası içinde. Bu otuz kırk yıl içerisinde
İslam’dan yana tavır takınan birçok hareket güç kazandı. Bazıları devlet oldu,
diğer bazıları devlet olmanın eşiğine geldi, bazıları küçük oluşumlardan
kitlesel hareketlere dönüştü. İslam’ı hayata hâkim kılma mücadelesi veren
Müslümanlar İslam dünyasının birçok coğrafyasında, hatta Müslüman olmayan
dünyada büyük kazanımlar elde ettiler. Siyasi, ekonomik, askeri kazanımlara
sahip oldular.
Batı tüm bunları görüyor ve İslam
ümmetinin dirilişini, öze dönüşünü kendisi için, kendi uygarlığı için,
sömürgeci emelleri için ölüm olduğunu biliyor. Bu yüzden tüm gücünü harcayarak,
parasal kaynakları vasıtasıyla İslam dünyasında kullanabileceği kesimler,
oluşumlar, gruplar, örgütler oluşturarak, bu kesimlerin aracılığıyla istediği
projeleri hayata geçirmeye çalışarak Müslümanlara kendi yaşam tarzını
dayatıyor. Özgürlük, kadın hakları, uygar dünyaya entegre gibi süslü
kavramların arkasına sığınarak İslam ülkelerini kendine, kendi yaşam tarzına
teslim olmaya zorluyor.
Dış saldırılarla başarısız
olduğu, başarısız olacağını bildiği İslam ülkelerine içerden müdahale etmeye
çalışarak, iç karışıklıklarla o ülkeleri zayıflatma çabası içine girerek İslam
dünyasında var olma, İslam ümmetini teslim alma kavgası veriyor.
Kırk yıldır boyun eğdiremediği
İran’ı içerden çökertmek için bu ülkedeki İslam düşmanı, Batılı yaşam tarzı
taraftarı, tesettür düşmanı laik, sol, milliyetçi kesimleri kışkırtıyor. Zelil
bir şekilde kovulduğu Afganistan’ı İŞİD tipi şaibeli örgütleri kullanarak
güvensiz bir ülke haline getirmek istiyor. Masum insanlara, cami ve mescitlere,
okullara, Pazar yerlerine intihar saldırıları düzenleyip binlerce günahsız cana
kıyan, kadın ve çocukları katleden tekfirci örgütleri finanse ederek
Afganistan’ı kaosa sürüklemek istiyor.
Türkiye’ye yönelik projelerinin
ise haddi hesabı yok. Ülke içindeki ekonomik, siyasi, hatta askeri gücünden
yararlanarak hükümete boyun eğdirmeye, onu teslim almaya, korkutup sindirmeye
çalışıyor. Çoğu defa da ona geri adım attırıyor. Kuşkusuz Türkiye’de çok güçlü
bir Batı lobisi var. Bu lobinin yerel ayağı da çok güçlü ve etkili… Binlerce
siyasetçi, aydın, sanatçı, iş adamı, bürokrat, hatta askeri yetkili Batı
lobisine hizmet ediyor. Bu insanlar Türkiye’nin en etkili yerlerini işgale
etmiş durumda. Medyada da çok güçlü ve etkililer. Sızmadıkları yer yok. Bir
asra yakın süreç içerisinde Türkiye’deki en büyük sermaye gruplarını ve medya
organlarını ele geçirdiler. Sosyal medyada da çok büyük bir güce ve örgütlülüğe
sahipler. Sanat ve spor camiasında da onların borusu ötüyor. Batı dünyası
ülkemizdeki bu lobilere muazzam parasal kaynaklar aktarıyorlar. Her tarafı
sarmış NATO üsleri ise büyük bir askeri tehdit olarak duruyor.
Türkiye bağımsız politikalara
yöneldikçe bu lobiler kıyameti koparıyor ve Türkiye’nin gömlek değiştirdiği
korkusunu pompalıyorlar.
Özellikle öze dönüş yolunda büyük
adımlar atmaya çalışan Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi gibi projelerle, sapık
guruplara aktarılan devasa paralarla Batılı yaşam tarzı tekrar
yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
Türkiye’yi bağımsız
politikalardan vazgeçirip NATO ve Amerika karşısında emre amade bir devlet
haline getirmek için son zamanlarda baskı politikasını büyük ölçüde artırdılar.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminin Amerika’nın destek ve kışkırtmasıyla
Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atan girişim ve saldırılarda bulunması
Batının boyun eğdirme politikasının bir sonucu. Türkiye’nin siyonist rejim ile
normalleşme sürecine girmesi de bu baskılar karşısında Türkiye’nin bir geri
adımı olarak okunabilir.
Aynı projeler, tuzaklar,
saldırılar bütün İslam dünyasında yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Batı İslam
dünyasını kaoslarla, iç karışıklıklarla zayıflatmaya, yaşam tarzını dayatarak
ahlaki olarak çökertmeye ve böylece teslim almaya çabalıyor.