Günümüzdeki birçok cihadi hareketin, direniş hareketinin en
temel eksiklerinden bir tanesi irfani, tasavvufi derinlikten yoksun olmasıdır.
Bu yoksunluk bu tür cihadi hareketlerde ahlaki zaaflara yol açmakta, birçok
hataya, hatta sapmaya sebebiyet vermektedir. Nefis terbiyesi olmayınca bu tür
cihadi hareketlerin günah ve harama karşı olan hassasiyetleri zayıflamakta,
nefis işin içine karıştığı için yenilgiler, sapmalar kaçınılmaz olmaktadır.
Enaniyet, dünya sevgisi, hırs gibi dünyevi, nefsani hastalıklar bu hareketlerde
arzulanan ilerleme, kitleselleşme, halkla güçlü irtibat sağlamayı
zorlaştırmaktadır. Veya sağlansa bile zamanla bozulma, yozlaşma, hedeften
uzaklaşma, taviz gibi süreçler yaşanmaktadır.
Yine irfani boyuttan yoksun İslami hareketlerde, özellikle
günümüzde bayağı yaygın olan bu tür hareketlerde merhamet, acıma yoksunluğu da
yaşanmakta, Peygamberin cihat ahlakı terk edilmekte, İslam adına şiddete, hatta
toplu cinayetlere başvurulmaktadır. Durum böyle olunca halklar bu tür hareketlerden
uzaklaşmakta, gençlik bu yanlışları İslam’a mal edip İslam ile arasına mesafe
koymaktadır.
Oysa Kur’an ve sahih sünnetin, Ehl-i Beyt ve seçkin ashabın
benimsediği cihad anlayışı irfani, ahlaki boyuta sahip, hikmetle donanmış bir
anlayıştır. Kur’an’ın benimsediği cihadi hareketlerin evlatları gece zahit,
gündüz mücahit olan kişilerdir.
İslam’ın hem uzak geçmiş tarihine hem de yakın zaman
tarihine baktığımız zaman başarı şansını yakalamış cihadi hareketlerin çoğunun
ya bizzat ariflerin önderlik ettiği hareketler ya da zikre, zühtte, irfana,
ahlaka önem veren hareketler olduğunu görürüz. Ariflerin önderliğindeki cihadi
hareketler hem önemli başarılar elde etmiş, kalıcılıklarını korumuş hem de çok
geniş bir halk kesimi tarafından desteklenmişlerdir.
Gece gündüz cihat, direniş, mücadele alanlarından ayrılmayan
Peygamber-i Ekrem’in, temiz, yüce makamlı Ehl-i Beyt’inin, seçkin ashabının,
şerefli dostlarının, tabiin önderlerin, tarikat büyüklerinin hayatlarında
zikir, züht, nefis tezkiyesi, gece namazları, virtler, dualar ayrılmaz birer
parça olmuştur. Onlar hem ariftiler hem mücahit… Hem zahittiler hem direniş
önderleri… Geceleri secde yerlerini dua ve yakarışları eşliğinde gözyaşları içinde
ıslatırlarken gündüzleri de zalim ve tağutlara karşı birer cengâver, birer
özgürlük ve adalet savaşçısıydılar…
Yakın tarihimizin başarıya ulaşmış ve hala hakların
gönüllerine hükmeden cihadi hareketlerin çoğu da ariflerin önderlik ettikleri
hareketlerdir. İmam Şamil, İmam Humeyni,
Şeyh Sait, Ömer Muhtar, Hasan El Benna,
Şeyh İzzettin el Kassam, Şeyh Ahmet Yasin, Şeyh Abdulkadir es Senusi, Musa
Sadr, Muhammed Bakır es Sadır ve Üstad Bediüzzaman… Bu önderler ya bizzat ariftiler ya da irfanla
donanmış kişilerdi. Bu önderlerin başlattığı cihadi hareketler çok geniş kitleler
tarafından benimsenmiş, taraftar bulmuş, büyük başarı ve kazanımlara imza
atmış, kalıcı etkiler bırakmış, İslam düşmanlarına acı yenilgiler tattırmıştır.
Şaibeden uzak bu hareketler dostları için bir izzet kaynağı olurlarken
düşmanlarının bile hayranlık ve takdirini kazanmıştır. Ve İslam daveti için
birer ilham kaynağı olmuştur. İnsanlar, halklar bu hareketlere bakıp İslam’a
ilgi duymuşlar, İslam’ı sevmişlerdir.
Türkiye’nin yakın tarihinde halkların gönlünde taht kuran
iki harekete bakalım; Şeyh Said Hazretleri ve Üstad Bediüzzaman’ın Hareketleri…
Biri bir arif, bir tarikat büyüğü, büyük bir mutasavvıf; diğeri ise irfanı,
zikri, nefis terbiyesini çok önemseyen, kendi talebeleri, taraftarları için
eserlerinde virt tavsiyesini sürekli gündeme getiren rabbani bir Âlim…
Şeyh Sait Hazretlerinin cihadı halk üzerinde öyle derin bir
etki yarattı ki, aradan bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen hala
milyonların kalpleri o yüce şehidin sevgi ve muhabbetiyle çarpıyor. Birçok
İslami harekete, direnişe, mücadeleye ilham kaynağı oluyor. Günümüzün
Müslümanları hala o bereketli cihadın kazanımlarından faydalanmaya devam
ediyorlar.
Ve Üstad Bediüzzaman… Büyük bir âlim, dava adamı, düşünür,
müfessir, mücahit olan Üstad Bediüzzaman’ın hareketi de her zaman irfanla,
zikirle, nefis tezkiyesiyle iç içeydi. Onun hareketi sadece kültürel bir
hareket değildi. Cihadi bir hareketti de aynı zamanda. Anadolu İslam
topraklarını işgale eden barbar Batılı güçlere karşı destansı bir savaş vermiş,
öğrencilerini silahlandırıp cihat meydanlarına koşmuştu. Bu büyük önder İslam
düşmanlarıyla savaşmış, yaralanmış, esir düşmüş ve esir kamplarında şehadetin
eşiğine gelmişti. Yine yerli zalimlere karşı sesini kahramanca yükseltmiş,
zulme asla boyun eğmemiş, sürgünden sürgüne gönderilmiş, zindandan zindana
atılmıştı. Son nefesine kadar cihadi duruşunu muhafaza etmiş, kalemiyle,
diliyle, davranışıyla cihat etmişti.
İşte bu büyük zat bir taraftan dış düşmana karşı silahlı, iç
düşmana karşı kültürel cihadını sürdürürken asla mücadelesinin irfani boyutunu
savsaklamamış, özellikle geceleri bir arif, bir derviş hayatını yaşamış, dünya
hayatının debdebe ve lüksüne hiç yüz vermemiştir.
Biz, bugünün Müslümanlarının cihadı da ariflerin cihadı gibi olmalıdır. Nefis tezkiyesiyle, zikirle, duayla, gece ibadetleriyle, zühtle, takvayla, tevazuyla birlikte yürütülen, ahlaki altyapısı olan, mazlumlara ve geniş halk kitlelerine merhamet ve acıma kollarını, şefkat kucağını açan bir cihat… Allah’ın rızası dışında hiçbir hedef gütmeyen, sapmaya karşı ihlasla donanan bir cihat… Peygamberi ahlakı kuşanan bir cihat… Tüm Müslümanlar için, hatta Müslüman olmayan siviller, mazlumlar, dünya halkları için; kadınlar, çocuklar, yaşlılar için güven kaynağı olan, olabilen bir cihat… Yıkan değil mamur eden, yakan değil inşa eden, öldüren değil dirilten bir cihat… Sadece, evet sadece zalimlerin, emperyalistlerin, diktatörlerin, sömürgecilerin kâbusu olacak bir cihat…