Türkiye, geçmişte neredeyse her 10 yılda bir askeri darbelerle sarsılıyor, yıllarca geriye götürülüyordu. Bunu yapanlar, ülkeye ihanetlerini örtbas edebilmek için başkalarını “irtica” ile, yani ülkeyi geriye götürmekle suçluyorlardı.
Oysa ülkeyi ekonomik, askeri ve insani haklar açısından taş devrine sürükleyenler bizzat kendileriydi. Halk açlıktan kırılırken, milletin cebinden gasp ettikleri paralarla aldıkları silahları yine bu milletin üzerine doğrultuyorlardı. Yaptıkları cinayetleri ise “güveni yeniden tesis etmek için yönetime el koyduk” diyerek meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Ülkenin başbakanını asacak kadar gözü dönmüş bir sadistlik içindeydiler. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nı ölüme terk edecek kadar ülkeyle savaş halindeydiler.
Bugün bu “savaş” çok farklı alanlarda devam ediyor. Gezi Olayları’nın perde arkası açığa çıktıkça, bu kirli mücadelenin sanat, kültür, sinema ve televizyon ekranları üzerinden sürdürüldüğü daha net anlaşılıyor.
Ekranları ele geçiren ecnebi maşaları, halkın değerlerine sistemli bir saldırı gerçekleştiriyor. Darbelere, kalkışmalara zemin hazırlamak için medya gücünü kullanıyorlar. Neredeyse tüm sanatçı, oyuncu ve senarist dünyasını ipotek altına alarak, halkın inançlarına karşı açtıkları savaşın yanı sıra, bu “ordu” üzerinden siyasete yön vermeye çalıştıkları da artık gizlenemez bir gerçektir.
Rezalet içerisindeki sunucuların ve program yapımcılarının televizyon kanallarını birer operasyon merkezine çevirmesi de ayrıca sorgulanması gereken bir konudur. Haber sunmak veya program yönetmekle görevli sunucuların ekranları manken podyumuna çevirmesi hangi aklın veya operasyonun ürünü olabilir? Bu kesinlikle araştırılmalıdır.
Televizyon ekranları, toplumun değerlerine uygun yayın yapma sorumluluğunu taşımak zorundadır. Ancak ne yazık ki, ekranlarda ahlak sınırlarını zorlayan tavır ve görüntülerle sıkça karşılaşıyoruz. Ekranlar artık büyük bir yozlaşmaya sahne oluyor. Örneğin, diz üstü kıyafetlerle haber ya da program sunmanın bu milletin hangi kadim değerleriyle bağdaştığını sorgulamak gerekmez mi?!
Bu görüntüler, milyonların manevi hassasiyetlerini hiçe saymak anlamına geliyor. Son günlerde film sektörüyle ilgili ortaya çıkanlar da gösteriyor ki, bu tür girişimler tesadüfen gelişmiyor, aksine belirli projeler kapsamında bilinçli şekilde organize ediliyor.
Kimsenin bireysel tercihlerine karışmak gibi bir derdimiz yok. Ancak milyonların izlediği ekranlarda, toplumun genel ahlakına ve manevi hassasiyetlerine saygı göstermek bir zorunluluktur.
Bu toplum, artık temiz ekran istiyor! Ekranlar, reyting uğruna pespaye şeylerle değil, milletimizin değerlerine uygun içeriklerle dolmalı.
Bilelim ki temiz toplum, temiz ekrandan geçer!
Ar-namus düşmanlarına ‘DUR!’ deyin, ülkenin güvenliğini sağlarsınız!