Türkiye’de toplam doğurganlık hızı son 8–9 yıldır tehlikeli bir şekilde geriliyor. Doğum hızının düşmesinde pek çok sorunun etkisi var; ancak açıkça görülüyor ki bu mesele, diğer tüm sorunları gölgede bırakacak kadar büyük bir kriz hâline gelmiştir.

Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir nişan-kız isteme merasiminde de yaptığım konuşmada, evliliğin önemine ve nüfustaki düşüşün vahametine dikkat çekerek çocuk sahibi olmanın toplum için taşıdığı anlamı özellikle vurguladım.

Gençlerin evliliği geciktirmeleri de evli çiftlerin çocuk sahibi olmamayı tercih etmeleri de çok yönlü sebeplere dayanıyor. Artık bu sorunların çözümü ne yalnızca devletin ne de kurumların tek başına üstlenebileceği bir yük olmaktan çıkmıştır. Hepimizin sorumluluk duygusuyla hareket etmesi gereken bir mesele ile karşı karşıyayız.

Ekonomik sıkıntılar, çalışan kadınların yoğun tempo ve yorgunlukları, dijital dünyanın yol açtığı yalnızlık ve bireyselleşme, aile içinde bireylere tanınan pozitif hakların aile bütünlüğünden götürdüğü huzur ve sükûnet… Bütün bunlar, doğurganlık hızındaki düşüşün temel sebepleri arasında sayılabilir. Elbette bu sorunların çözümü öncelikle devletin ve etkili tüm kurumların görevidir; fakat gelinen noktada yalnızca onların çabalarının yetersiz kaldığını hepimiz biliyoruz.

Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da birkaç gün önce “Aile ve Kültür-Sanat Sempozyumu”nun kapanış konuşmasında duruma dikkat çekerek, “Geleceğimiz açısından alarm zilleri hem de çok yüksek sesle çalıyor. Bu ülkenin istikbalini düşünen hiç kimse buna kayıtsız kalamaz.” ifadelerini kullandı. Bununla bağlantılı olarak, 2026–2035 yıllarını kapsayan dönemin “Aile ve Nüfus 10 Yılı” olarak ilan edildiğini duyurdu.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2024 yılında toplam doğurganlık hızı 1,48’e düşmüş durumda. Canlı doğan bebek sayısının 937 bin 559’da kalması ve nüfusun kendini yenileyebilmesi için gereken 2,10 seviyesinin altında seyredilmesi, tehlikenin ciddiyetini gözler önüne seriyor.

İller bazında bakıldığında, en yüksek doğurganlık hızı 3,28 çocuk ile Şanlıurfa’da görülürken, tam 71 ilde doğurganlık oranı kritik seviyenin altında. 2017’de yalnızca 57 ilin bu eşik altında olduğunu düşündüğümüzde, 2024’te bu sayının 71’e yükselmesi neyle karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlatıyor.

Bir kadının doğurganlık döneminde doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızı, 2001’de 2,38 iken 2024’te 1,48’e düşmüş durumda. Şanlıurfa’yı 2,62 çocuk ile Şırnak, 2,32 çocuk ile Mardin takip ediyor. Listenin diğer ucunda ise 1,12 çocuk ile Bartın ve Eskişehir bulunurken, onları 1,15 ile Zonguldak ve Ankara, 1,17 ile İzmir izliyor.

Çocuk sahibi olmanın yalnızca zenginlik ya da fakirlikle değerlendirilmesi kolaycılık olur. Ekonomik olarak daha varlıklı kesimlerin bir-iki çocukla yetindiği, buna karşın ekonomik imkânları sınırlı bölgelerde ailelerin 5, 6, hatta 8 çocuklu olmaları bunun çarpıcı bir göstergesidir. Elbette bu durum, evlilik ve çocuk sahibi olmak için ekonomik şartların iyileştirilmesinin önemsiz olduğu anlamına gelmez.

Kırsal kesimde çocuklar için yapılan masraflarla, büyük şehirlerde hayatı sürdürmek için gereken ekonomik gücün aynı olmadığı da inkâr edilemez bir gerçektir.

Sözün özü şu: Mazeretlerin arkasına sığınarak evlilikten ve çocuk sahibi olmaktan kaçınan bir toplum, Allah muhafaza, yok oluşla yüzleşmek zorunda kalabilir. Bu böyle bilinsin.