Devamlı olarak ve tekrarla
yapageldiğimiz davranışlara alışkanlık deriz. Oturuşumuz, yürüyüşümüz, yemek
yiyişimiz, uykumuz...kısacası tüm hayatımız aslında alışkanlıklar örüntüsünden
ibarettir. Alışkanlıklarımız zamanla davranışlarımız, davranışımız da ahlakımız
haline döner. O zaman insan bir alışkanlıklar bütünüdür diyebiliriz.
Alışkanlıklar tuttuğumuz yoldur aslında. Buna sünnet ya da adet de
diyenbiliriz. Tüm yaşamımıza etki etmesi hasebiyle doğru ya da yanlış, hak ya
da batıl, başarı ya da başarısızlık, mutluluk ya da üzüntü kaybetme ya da
kazanmanın yolu alışkanlıklarımızdan geçer dersek abartmış olmayız herhalde.
İnsan umutları, emelleri ve
hayalleri olan bir varlıktır. Hayat serüveninde bunlara ulaşmak için sürekli
bir hareket, gayret ve cehd içerisinde olmalı. Kişinin hayata tutunma gücü ve
yaşam kalitesi gaye ve umutlarının olmasına bağlıdır. Gaye ve umudu olmayan
insan tükenmiş insandır. O halde yaşamını normal bir şekilde devam ettirebilen
her insanın aslında gaye ve umutlarının olduğunu söyleyebiliriz. Yatağından
kalkabilmek için bile bir nedeni yoksa o insan, yatağı hayattan kaçmak için bir
sığınak olarak kullanır. Çünkü hayat bir yüktür ona göre. Yaşamın verimlilik ve
kalitesini yükseltmek, koyulacak hedefleri büyütmekle mümkün olabilir. Markete
kadar gidecek bir insanla 2 günlük uzun yola çıkacak insanın hazırlığı ve
gayreti aynı olmayacaktır. Bizi tetikleyecek dinamik hedeflerimizdir. Hedefi
güzel yemek, güzel giyinmek, gezmek, kaliteli ve pahalı eşyalar kullanmak olan
bir insanın tüm gayreti para kazanmak olur. Çünkü mutluluk paradadır ona göre.
İnsanlık var olduğundan bu yana insan tiplemelerinden bir tanesidir bu materyalist(maddeci)tip.
Hedefi Allah rızası insan modeline baktığımız zaman; onun hedefinin hem bu
dünyayı hem de ahiret dediğimiz sonsuz âlemi kapsar. O bu dünyayı imar etmeye
gelmiş bir memurdur. Allah'ın razı olduğu şekilde yeryüzünde O’nun adına
tasarruf eder, hem ebedi saadetini de böylece kazanır. İki hedefi
karşılaştırdığımız zaman aslında Müslümanın hedefinin materyalist zihniyetli
insanlardan daha büyük ve üstün olduğunu görürüz. Peki bu kadar büyük ve kutsi
hedefleri olan Müslümanların gayret, azim ve çabasının az olması uyuşuk ve
tembel davranmasının altındaki sebep nedir?
İnkarcıların geçici olan
dünyalıkları elde etmek için çalıştığı kadar biz her iki cihanda bizi mutluluğa
götürecek doğru davranışları (salih amel) ortaya koyamıyoruz maalesef. Zaman bizim
tek sermayemiz olduğu halde onu doğru kullanamıyor, kurtuluşumuza vesile
kılmıyoruz. Uykumuzdan başlayarak yemeğimize, temizliğimize ve günlük
faaliyetlerimize baktığımızda gereksiz ve zararlı alışkanlıklarımızın kurbanı
olduğumuzu göreceğiz. Yeni bir güne başlamadan o günün gecesinden başlıyoruz
günü imar etmeye. Geç yatıp geç kalkmak, TV ve teknoloji ile geçirdiğimiz
saatler, yeme-içme, temizlik, çoluk-çocuk, geçim, eğitim, trafik, muhabbet,
ibadet, okuma ve kültürel faaliyetler...tüm sayıp sayamadığımız işleri 24
saatlik zamanın içinde yaparız. Zamanın kıymetini yapacak işlerin çokluğunu
düşününce daha iyi anlıyoruz.
Eğer hayatımızda kendimize,
ailemize, toplumumuza ve tüm ümmete yararlı bir fert olma hedefimiz varsa nasıl
saatlerce TV ekranına ve telefona vakit harcayabiliyoruz? Eğer yaratılış
gayemiz Allah'ın razı olduğu bir kul olmaksa neden razı olacağı ameller
konusunda tembel davranıyoruz. Ya da iyi, doğru ve faydalı olmak istiyoruz,
içimiz yanıyor, arada gaza geliyoruz ama tez sönüyorsa aşkımız bu istek ve
alışkanlıklarımızdan, tekdüze yaşantımızdan vazgeçemiyoruz bir türlü. Biz bu
iyi olma davamızda yeterince samimi değiliz demektir. Bizi mutfağa sokup yemek
hazırlamamıza sebep olan açlık dürtüsü kadar inancımız bizi iyi işler yapmak
için harekete geçirmiyorsa samimiyet ve inancımızda bir eksiklik var demektir.