Güneşin ufka vuran soluk ışıklarının
gitgide daha da solmaya başladığı, akşamın usul usul gündüzün nöbetini
devralmaya başladığı, koca bir günün bittiği ve sırtında gün boyu yaşanan
yoğunluğun ve yorgunluğun yükünü daha çok hissettirdiği gurup vakitleri ne çok
benzer ömrün son anlarına. Bir sükûnet, bir sessizlik ve bir hüzünle beraber
koca bir günün muhasebesi hızlıca geçer içimizden. Fırsatını bulup günün bu son
vaktinde bir yürüyüşe, bir yalnızlığa ne çok ihtiyacımız var. Bu kısa ama derin
yolculuk; ruhun tavını alması, zihnin olan biteni süzmesi ve bilincin
demlenmesi için son demlerdir. Böyle vakitlerde çoğumuz dışarda olabiliyoruz.
Fakat yoğunluk ve telaşlarımızdan fırsat bulup kızaran ve solgunlaşan güneşe
bakmaya fırsat bulamıyoruz.
Oysa ilk doğduğu anda tüm dünyayı ışıtan
ve aydınlatan güneş; batmaya ve kaybolmaya yüz tutmuştur. Tıpkı bize verilen
ömür ve vaktin bir gün son bulacağı gibi...Çocukluk ve gençlik evresi hızlıca
geçip olgunluk ve yaşlılık da böyle hızlıca geçecek. Ölüm hakikatini
iliklerimize kadar hissettirir bu vakitler. Böyle zamanlarda tenhalaşmaya,
kendimizle baş başa kalmaya, iç sesimizi dinlemeye ne çok ihtiyacımız var. Bir
tavsiyemdir; mutlaka çıkın bu son yarım saatte. Arada bir yapın ama yanınızda
kimse olmasın. Telefon, çanta, cüzdan... hiç bir şey olmadan.
Bir ölüm provası gibi yalın ve tek.
İçimizde hiç kimseye karşı kin olmadan, kızgınlıkları, küskünlükleri ve
dargınlıkları zihnimize almadan, kalbimizdeki hırslarımızı bırakmış olarak
çıkmak. Telaşlarımızı, yarım kalmış işlerimizi kenara koymuş olarak çıkmalı bu
son yarım saat. Gün boyu, hayat boyu zihnimizi ve gönlümüzü yoran kavgalardan,
hesaplaşmalardan, içimize attığımız tartışmalardan sıyrılmış olarak. Öyle
elimizi, zihnimizi ve gönlümüzü boşaltarak çıkmalı ve yürümeli ufku seyrederek,
tefekkürün ufuklarında gezerek. Mezardan yeni dirilip çıkmışçasına ve mahşer
meydanına yapayalnız gidiyormuşçasına yürümek. Ömrün bitmiş olduğunu, tüm dünya
ve dünyalıkların bizi terk ettiğini düşünerek yürümek. Her adımda bizi yoran
dünya ve dünyalıklardan uzaklaşmak ve hakikate yaklaşmak ve yakınlaşmak üzere
gitmek. Çift yönlü bir gidiştir. Eninde sonunda gerçekleşecek bir yolculuğa
hazırlık olsun diye hayata mola vermek. Bu yürüyüşler ve bu akşama kavuşturan
son demlere alışsın ruhlarımız.
O zaman hayatın, hırsların, kavga ve
çekişmelerin beyhudeliği apaçık ortaya çıkacaktır. Ve o an anlayacağız tüm
doğuşlar, tüm batışlar, gitmeler ve gelmeler hep O'nu bulmak ve O'na varmak
içindir. Bencillik, hırs, malayani tüm çekişmeler bu kutlu varışa giden yolda
ayağımıza takılan taşlardır. O taşları fark etmek ve engelleri kaldırmak için
yürüyüş, yalnızlık ve tefekküre çok ihtiyacımız var. Güneşin gurubu gurbetinizi
ne çok hatırlatır. Bu yalnızlık dünyadaki sürgünümüze benzer. Bu batış
faniliğimizi haykırır. Bu kararan gök acizliğimizi simgeler. Sonsuza kadar
batıp gitse güneşi kim doğurur? Kim kavuşturur gündüze? Eğer biz bu batışlarda
bulabilirsek hakikati, ebedi aydınlığa giden yola varıyordur bu yürüyüş. Ne
mutlu yolu O'na varmak olana ne mutlu batarken doğana.