O günü asla unutamam. Unutmam da
mümkün değil. Barbarlar sokaklara inmişti. Her tarafı yakıp yıkıyor, önlerine
gelene saldırıyorlardı. Biz beş arkadaştık. Ben, Yasin, Hasan, Hüseyin ve
Riyad… Kurban bayramının dördüncü günüydü. Arabayla yoksul ailelere kurban eti
dağıtıyorduk.
Etraf çok karışıktı. Sokaklar PKK`li çetelere teslim edilmişti adeta. Ortalıkta
polis namına hiç kimse yoktu. Devlet Diyarbakır`da tatile çıkmıştı sanki.
Sonradan tüm Kürdistan şehirlerinin hükümet tarafından PKK çetelerinin insafına
terk edildiğini öğrendim. Can güvenliğimiz yoktu. PKK`lilerin, dindarlara ve
görüntüyü veren sakallı, örtülü herkese İŞİD`çi bahanesiyle saldırdığı bir
ortamdı. Yakınlarımız et dağıtımını bırakmamız için ikide bir bize telefon
açıyorlardı. Ama gönlümüz yoksulları yalnız bırakmaya razı değildi. Bayramdan
bayrama et yüzü gören yoksul kadın ve çocukları düşündükçe onları bu
mutluluktan mahrum bırakamayacağımızı hissediyorduk.
Şehirde karmaşa ve talan devam ederken arabayla bir sokağın başında durduk.
Kardeşim de bizimleydi. Kardeşimi arabada bırakarak biz dört arkadaş et
poşetleriyle sokağa girdik. Daha önce tespit ettiğimiz birkaç aileye etlerini
teslim edip başka bir sokağa saparken elleri sopalı, taşlı kalabalık bir
eylemci grubuyla karşılaştık. İçlerinde silahlı olanlar da vardı.
Silahlı grubu görünce durakladık. Onlar da durdular. Bize şüpheyle ve düşmanca
baktılar. Görünüşümüzden, ellerimizdeki kurban etlerinin poşetleri üzerinde
bulunan Köy Der ambleminden İslami camiaya mensup olduğumuzu anladılar.
İçlerinden biri:
― Bunlar İŞİD`çi diye bağırdı.
Hâlbuki kurban eti dağıttığımız insanların çoğu Rojava ve Kobani`li Kürtlerdi.
İŞİD`çi olmadığımızı, İŞİD tarafından tekfir edildiğimizi, onlardan daha çok
Suriye Kürdistan`ından gelen mazlum göçmenlere yardım ettiğimizi, acılarını ta
derinden hissettiğimizi biliyorlardı. Ama onların derdi İŞİD değildi. Onların
derdi İslam`dı. İŞİD`i bahane edip Kürdistan`daki Müslümanları sindirmek, imha
etmek istiyorlardı. Dinsiz, mürted, Amerikancı bir Kürt halkı
istiyorlardı.
Dindar olduğumuzu anlayan çeteciler vahşi sürüler gibi üzerimize saldırdılar.
Konuşmamıza, yanıldıklarını anlatmamıza imkân vermediler. Canımızı onların
elinden zor kurtardık. Silahlı yüzlerce kişiye karşı ellerinde et poşetlerinden
başka bir şey olmayan dört kişi ne yapabilirdi ki?
Tüm gücümüzle kaçtık. Karanlık çökmek üzereydi. Can havliyle önümüze gelen ilk
binaya daldık. Merdivenlerden yukarı doğru koşarken ikinci katta bina
yöneticisiyle karşılaştık. Adam korku dolu gözlerle bize baktı.
― Kimsiniz? Diye bağırdı.
― Biz kurban eti dağıtan dernek görevlileriyiz! Diye cevap verdi
arkadaşlarımızdan biri. Dışarıdaki eylemciler İŞİD`çi olduğumuzu iddia edip
bizi öldürmek istiyorlar. Vallahi biz İŞİD`çi değiliz. Size de bir zararımız
olmaz. Onlar gidinceye kadar saklanmak istiyoruz.
Bina yöneticisi ürkekçe etrafına baktı. PKK çeteleri diğer halk gibi onu da
sindirmişlerdi. Haksız da sayılmazdı. Devlet Müslüman Kürt halkının kaderini bu
barbar çetelerin insafına terk etmişti.
― Hemen binamdan çıkın! Diye korku dolu bir ses tonuyla bağırdı bina
yöneticisi. Sizi burada görürlerse kapılarımızı kırarlar, binamıza zarar
verirler.
O esnada bina sahibinin çocukları da merdivenin başına gelmişlerdi. Yöneticinin
çocukları bize acıyarak babalarından bizi içeri almasını istedi. Ama adam kabul
etmedi. Panik içinde bizi dışarı çıkarmaya çalışıyordu.
Üçüncü kattan bir kadının sesi duyuldu:
― Benim evime gelin! Evimde saklanın…
Yöneticinin korku dolu bakışları arasında kadının evine yöneldik. İçeri girip
kapıyı kapattık.
Pencerelerden dışarıyı gözetliyorduk. Evde erkek yoktu. Yanılmıyorsam kadının
kocası da eylemcilerin arasındaydı. Sonradan öğrendim bunu. Pencereleri
gözetlerken binanın etrafının çetecilerle sarıldığını gördük. Ya binaya
girdiğimizi görmüşlerdi ya da birileri onlara söylemişti.
Hepsi de silahlıydılar. Gözlerini adeta kan bürümüştü.” İŞİD`çiler bu binada!”
diye bağırıyorlardı. Binanın etrafı gittikçe kalabalıklaşmıştı. Sonra
ellerindeki sopa ve silahlarla binaya girdiler. Gürültülerden önce dama
çıktıklarını anladık. Daha sonra tek tek kapıları çalmaya başladılar. Herkeste
bir heyecan, öfke ve intikam duygusu hâkimdi. Sanki aradıkları, yoksul Kürt
çocuklarına kurban eti dağıtan ve kendileri gibi Kürt olan, silahsız,
savunmasız dört genç değil de ülkeleri yerle bir eden birer canavardı.
Hayretler içindeydim. PKK bu insanlara nasıl bir zihniyet aşılamıştı ki
dindarlara bu kadar korkunç bir kin duyuyorlardı.
İçinde bulunduğumuz eve yaklaşıyorlardı. Heyecanlıydık ama hiç birimizde korku
duygusu yoktu. Hatta bazen birbirimize bakıp gülümsüyorduk da. Arzuyla
beklediğimiz, hayal ve rüyalarımızı süsleyen gün nihayet gelip çatmıştı.
Şehadete, cennete adım adım yaklaştığımızı hissediyorduk.
Biz heyecan içinde kapının arkasında beklerken kadının kocası içeri girdi.
Giyinişinden, tavrından PKK çeteleriyle beraber olduğunu hemen anladık. Adam
bizi görünce belinden bir bıçak çıkardı. Üzerimize hücum etti. Kadın bağırarak
araya girdi. Adamın elinden bıçağı aldık. Yöneticiye anlattıklarımızın aynısını
adama da anlattık. Bizi düşmanca süzen adam, beş kişiyle baş edemeyeceğini
anlamış olacak ki inanır gibi göründü. Bir köşeye çekildi. Kapı deliğinden
dışarıyı gözetlemeyi sürdürdük.
Barbarlar bulunduğumuz evi öğrenmişlerdi. Kapının önündeki yığılmalarından
anladık bunu. Ben kapının deliğinden dışarı baktım. Yüzleri maskeli, silahlı
onlarca kişi kapıya bakıp bağrışıyorlardı. İçlerinden bazıları:
― Dinamit getirin, kapıyı dinamitle havaya uçuralım! Diye bağırıyorlardı.
Zamanımızın daraldığını, şehadet anının gelip çattığını anlamıştık. Birbirimize
baktık. Hüzünle gülümsedik. Sonra sarıldık birbirimize helalleşmek için. Ben
heyecan içinde Yasin`e sarıldım. Sonra Hüseyin, Hasan ve Riyad`a… Beni bırakıp
gideceklerini bilemeden. Onlarla aynı kaderi paylaşacağımı sanarak…
Allah`ım! O anı asla, asla unutamam… Sanki kıyamet kopuyordu. Saldırganlar
kapıyı kırmaya çalışarak içeri girmeye çabalıyorlardı. Karanlık bastırmıştı.
Karanlığın içinde etraftaki binaların balkonları, dış kapı önleri, sokaklar
insanlarla doluydu. Yüzlerce kişi, kadın ve erkek ellerindeki kaşık, çanak ve
tabaklarla demirlere vuruyorlar, ışıkları yakıp söndürüyorlar, “Öldürün,
öldürün onları!” diye bağırıyorlardı. Kadınların zılgıt sesleri kahredici
haykırışlar şeklinde hüzün dolu yüreklerimize saplanıyordu. Sanki
düğündü.
Allah`ım! Ne olmuştu bu halka? Dinlerini, namuslarını, çocuklarını,
huzurlarını, insani ve ahlaki neleri varsa her şeylerini onlardan alan, onların
zenginliklerini ve özgürlüklerini batılı Hıristiyanlara peşkeş çeken faşist,
mürtet, Allah düşmanı bu çeteciler onlara ne vermişti ki onlara bu kadar
muhabbet duyuyorlardı. Acaba bu muhabbet miydi? Yoksa zelil bir korkaklık mı?
Müslüman Kürt halkına yakışır mıydı bu korkaklık? Tarih boyunca dinleri ve
namusları uğruna destanlar yazan bu yiğit halk ne hallere düşmüştü faşist
barbarların ellerinde!
Ben bunları düşünürken her şey bir anda oldu. Üst evin balkonundan içinde
bulunduğumuz evin balkonuna iple atlayan bir barbar elindeki silahla bize ateş
etti. Sivil birine benzemiyordu. Gerilla eğitimi görmüş biri olduğu her
halinden belliydi. Dağdan ve Rojava`dan yüzlerce PKK ile YPG militanının sivil
kıyafetlerle, silahlarıyla beraber şehirlere sızdıklarıyla ilgili söylentileri
hatırladım. Her halde bu da onlardan biriydi. Barbarın silahından çıkan
kurşunlar Hasan`ı buldu. Hasan, yaralı bir halde yere düştü. Ev sahibi adam
elindeki kapı anahtarını silahlı kişiye fırlattı.
Ben silahsız olduğum için bir an ne yapacağımı bilemedim. Sonra can havliyle
banyoya koşup saklandım. O esnada balkondan atlayan militan kapıyı açmış,
içeriye bir sürü çeteci üşüşmüştü. Diğer dört arkadaşım benim gibi saklanmaya
fırsat bulamadan çetecilerin ellerine geçti. Kardeşlerimin inlemelerini, tekbir
seslerini içim yanarak dinliyordum.
Akbaba sürüleri gibi üşüşmüştüler kardeşlerimin üzerine. Palalar, bıçaklar,
satırlarla kardeşlerime saldırıyorlardı. Adeta doğruyorlardı kardeşlerimin aziz
bedenlerini. Paramparça ediyorlardı onları. Ah ne kadar çaresizdim! Allah`ım!
Allah`ım! Ne kadar çaresizdim?
Evin içini kardeşlerimin acı inleme sesleri doldurmuştu. Acımasızca
doğruyorlardı bu aziz müminlerin nazenin bedenlerini. Yasin acılar içinde
inliyordu. Hüseyin acılar içinde inliyordu. Hasan acılar içinde inliyordu.
Riyad acılar içinde inliyordu. Kandan birer heykele dönmüştüler. Kan denizi
içinde yüzüyorlardı. Vahşi barbarlar kin ve nefret deryasına boğulmuş olarak
kafalarına, göğüs ve karınlarına tekme atıyorlardı. Vahşi köpeklerin seslerini
andıran sevinç çığlıkları atıyorlardı.
Sonra sürüklenme sesleri duydum. Üç Allah dostunun parçalanmış bedenlerini
balkona doğru sürüklüyorlardı. Sevinç çığlıkları arasından onları üçüncü katın
balkonundan aşağı attıklarını duydum. Aşağıda da yüzlerce barbar vardı.
Ağızlarından salyalar akarak sevinç çığlıkları atan barbarlar.
Kardeşlerimin parçalanmış vücutlarını peşlerinden sürükleyerek kaldırımlarda
dolaştırdılar. Başlarını taşlarla ezdiler. Sevinç çığlıkları eşliğinde, zılgıt
çeken kadın kılıklı bir barbar arabasına bindi daha sonra. Defalarca Yasin`in
nazenin bedeni üzerinden geçti. Tanınmaz haldeydi dört şehit. Vücutları
paramparça…
Paramparça vücutlarıyla göğe yükseldi dört şehit. Şerefli meleklerin eşliğinde…
Kendilerinden sonra gelecek kardeşlerine ışık olacak birer destan
yazarak…
6-8 EKİM VAHŞETİ
SADULLAH AYDIN
Yorumlar