12 Eylül darbe anayasasıyla,
yolumuza devam ediyoruz. Darbeleri kınıyoruz, darbecileri lanetliyoruz, ancak
uygulamalarına dört elle sarılıp pürdikkat sürdürüyoruz. Hele laiklik
kavramının, sıkı sıkıya koruma altına alınması ve asla vaz geçilmeyeceği
yaklaşımı darbecilerin; insanların/idarecilerin zihninde bıraktığı derin
etki/korkuyu ibretle izliyoruz.
Yeni anayasa ile ilgili
çalışmalar ve tartışmalar devam ediyor. Olumlu yaklaşımlar olmakla beraber,
daha çok olumsuz yaklaşımların gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Darbe
anayasasından farklı olmayacak yeni anayasanın, boş, kof ve dayatmacı
yaklaşımların basit ve ilkel çalışmalarla mesafe alınmaya gayret edilmesi,
sonucu baştan belli olan beyhude bir zaman israfından başka bir şey
olmayacaktır.
Meclis eski başkanlarından İsmail
Kahraman’ın, ‘laiklik kavramının anayasada yer almaması gerekir’ şeklinde doğru
ve oldukça olumlu olan yaklaşımına karşılık, darbeci artıkları ile bu
‘artıklardan’ korkan zavallıların koparttığı yaygaraya bakılırsa; yeni anayasa,
darbe anayasasından bile daha baskıcı ve vesayetçi olacağı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla boşa vakit harcamaya gerek yoktur. Milletin kahir ekseriyetinin
duygu ve ümitleriyle dalga geçmenin bir anlamı da yoktur.
Dünyanın birkaç ülkesinin
anayasasında laiklik vardır. Laiklik denen bu ucubenin bu ülkelere olumlu bir
katkı sağlamadığı gibi; laikliği anayasasında bulundurmayan ülkelerin de bundan
dolayı büyük bir sıkıntı içinde olduklarına da şahit olmadık. Fransa, Türkiye
ve İrlanda’nın dışında laikliği anayasasında barındıran başkaca ülke yoktur.
Türkiye’de rejim, bu laiklik illetinden, halkına zulüm ettiği kadar başka
hiçbir şeyden bu kadar dayatma ve sorun yaşatmamıştır.
Fransa’daki laiklik örneğinde,
kilisenin devlet işlerine karışmaması öngörülürken ve Hıristiyanlara
(Müslümanlara değil) dini özgürlük tamamen sağlarken; Türkiye’de laiklik ise
İslam’ı toplumun hayatından tamamen çıkarmak, müslümanca yaşamayı kanunen
yasaklamak ve kamuda görev yapmasına asla müsamaha etmemek üzerine bina
edilmiştir. Türkiye’de laiklik, İslam’ı yok etme ve dinsizliği toplumun
merkezine oturtma operasyonu olarak uygulanmıştır.
28 Şubat darbecilerinin ve hala
aramızda borularını öttüren onların artıklarının, kameralar ve kolluk
kuvvetleri eşliğinde başörtüsü ve okullarda mescit avına çıkmaları; laikliğin
hangi amaçlar doğrultusunda kullandıkları tam olarak anlaşılmaktadır. Hatta
başörtüsünün Allah’ın emri olmasına rağmen, bırakın kamusal alanda sokakta bile
takılmasının yasaklanması gerektiğini söyleyen laik dinozorların olduğunu da
unutmayalım.
Laiklik adı altında, bu müslüman
halka yapılan bunca zulümler ortada iken; iktidar partisi sözcüsünün eski
meclis başkanının, laiklik ile ilgili doğru ve yerinde açıklamalarını karşı
çıkması çok manidardır. 28 Şubat darbecilerinin kullandığı dili kullanarak
anayasada; hak, adalet, özgürlük, eşitlik ve inancı yaşama dokunulmazlığını
savunacağı yerde, ‘Fransız kokuşmuşluğunun’ bir gerçeği olan laikliği olmazsa
olmaz olarak nitelendirmesi, yeni anayasa ile ilgili çalışmaların varacağı
acıklı sonu göstermesi açısından ibret verecidir.
Bu yeni anayasanın temeli laiklik
değil, adalet olmalıdır. Değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez
gibi maddeleri bulunan bir anayasa özgürlükçü, eşitliği sağlayan ve insanlık
onur ve haysiyetini en üst seviyede tutan bir anayasa olabilir mi? Bu güne
kadar laiklik, bu topluma eziyet aracı olarak kullanıldı. Laikçilik, İslam’ı
yok etme aracı haline getirildi.
Yeni anayasada ise adalet ve
hukukun üstünlüğü esas olmalıdır. Laiklik ve laikçilik olmasa da olur.