Bütün peygamberler (asm) ve Hatemül
enbiya (sav) dünyevi tedbirlerin azami derecede en sağlamını almaya çalışmışlar
ve bunu emretmişlerdir. Nasıl olsa Allah bizimle deyip de temkini elden
bırakmamışlar, herkesin güvenlikten, sağlamlıktan anladığı neyse onun çok
ötesinde adımlar atmışladır. Vesileleri, vasıtaları yani esbabı, adetullah
olarak gördükleri için onlarla çelişmemişler, bu hususta kendilerini ve
tabilerini garanti kapsamında görmemişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, Al-i imran suresinde
neticesi çok acı olan Uhud Savaşı’ndan bahsederken açık dersleri nazara verir
ancak olayın fiziki yönünü ele almaz.
Mesela savaş araç gereçleriyle ilgili bir
kusurdan söz etmez, oklarınız, mızraklarınız gelişmiş değildi demez, atlarınız
ve develeriniz yetersizdi demez, giydiğiniz zırhlar zayıftı demez, karargahınız
ve harp taktiğiniz basitti demez.
Ağır sonucu bu tür maddi gerekçelere
bağlamaz. Böyle bir hadise -Allah korusun- günümüzde olsaydı herhalde herkesin
yorumu üç aşağı beş yukarı Ubey b. Selül’inkine yakın olurdu:
-Şehrin dışında savaşılırsa olacağı buydu.
-Daha fazla süvari olmalıydı. Hem çevre
kabilelerden çokça savaşçı temin edilmeliydi.
-Savaş stratejisi iyi hesap edilmeliydi,
koordinasyon iyi olmalıydı.
-Yedek birlikler cephe gerisinde hazır
beklemeydi.
Ve daha neler neler. Hele biraz da askeri
uzman filan da teknik terimlerle konuşunca öyle alengirli olurdu ki sormayın
gitsin.
Kaldı ki dediğimiz gibi o zamanın imkan
ve şartlarına göre alınması gereken önlemlerin hepsi alınmıştı.
Peki ne dedi Kur’an:
“Biz, bu gâlibiyet ve mağlubiyet
günlerini insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, gerçekten iman edenleri
ortaya çıkarmak ve sizden şehitler edinmek için böyle yapar. Yoksa Allah,
zâlimleri sevmez.” (Âl-i İmran 140)
“Bir de Allah, mü’minleri her türlü günah
kirlerinden temizlemek ve kâfirleri helâk etmek için böyle yapar.” (Âl-i İmran
141)
“Andolsun, Allah size verdiği sözünde
sadık kaldı; siz O'nun izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz
(zafer)i size gösterdikten sonra, yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir
hakkında çekiştiniz. Kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah)
denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah mü'minlere
karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır.”
“İki ordunun karşı karşıya geldiği o gün,
içinizden arkasını dönüp savaştan kaçanlar var ya, yaptıkları bazı hatalar
yüzünden şeytan onları doğru yoldan kaydırmak istemişti. Yine de Allah onları
affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, ceza vermede acele etmeyendir.” (Âl-i
İmran 155)
“Kendileri evlerinde oturup savaştan geri
kaldıkları yetmiyormuş gibi, üstelik savaşıp şehit düşen kardeşleri hakkında
da: “Sözümüzü dinleselerdi öldürülmezlerdi” dediler. Onlara de ki: “Eğer doğru
söylüyorsanız, haydi ölümü kendi başınızdan savın da görelim!” (Âl-i İmran 168)
“İki ordunun karşılaştığı o gün başınıza
gelen felâket, ancak Allah’ın izniyle olup, bu O’nun gerçek mü’minleri ortaya
çıkarması içindi.” (Âl-i İmran 186)
Yani özetle yenilginin sebebi askeri
teçhizatla, eğitimle, planla filan alakalı değildi. Maddi değildi, bilimsel,
rasyonel, deneylerle ispatlı, elle tutulur somut nedenlerle ilgili değildi.
Çünkü öyle olsaydı Bedir’de olduğu gibi Uhud’da da savaşın başında üstün
gelemezdiniz zira maddi olarak her şeyiniz onlarınkinden azdı.
Sizin kabul, kanaat, tercih, niyet,
endişe, yönelim, meyil, tutum, kanaat, kabul ve bunlara bağlı gelişen
tavırlarınız hal ve hareketleriniz bu can yakıcı durumu ortaya çıkardı.
Deprem yeri salladı ve sallamaya devam
ediyor. Ancak asıl sarsıntı zihinlerde. Ve bu bir türlü durulmuyor. Kimi
pozitivizmle sallıyor, kimi ateizmle, kimi şüphelerinin enkazı altında.
Üstadın güzel bir ölçüsü vardı: Geleceğe
teklif, geçmişe takdir gözüyle bakmak. Lakin geleceğin teklifini,
yükümlülüğünü, sorumluluğunu da sadece fizîkî, maddi, bilimsel zorunluluklarla
sınırlamamak.
İnsanları aldatmanın kaynağına inip Allah
korkusunu tahkim etmek.
İşini savsaklamanın özüne inip ihlası
tahkim etmek.
Her şeyi dünyadan ibaret gören gafletin
temeline inip ahirete imanı tahkim etmek.
Mevlâ cümlemizi affeylesin, hıfzeylesin, cehenneme düşmekten korusun.