Bir şeyin hakikisi değer kazanınca, sahtesi meydana çıkar
sözü ne kadar da doğru bir sözdür.
Toplum olarak sıcak, samimi, sevecen, güler yüzlü, girişken,
insanları seven ve kendisi de sevilen, kolay diyalog kuran, muhabbetinde dürüst
olan insanlara olan ilgi her geçen gün daha da artıyor…
Neden mi?
Zira bu özelliklere sahip insanları bulmak artık öyle kolay
değil. Daha doğrusu bu insanların sahi olanlarını bulmak… Yoksa sahteleri
olabildiğince çok…
Yani sıcak, samimi, sevecen, muhabbetliymiş gibi olmaya
çalışan, rolünü en güzel şekilde oynamaya çaba sarf eden, oyununa dair en
inandırıcı replikleri de ezberlemeyi ihmal etmeyen tiyatrocu insanlardan çok ne
var ki?
Mesela şu seçim döneminde bu gibi insanları ve
sergiledikleri tiyatral gösterileri izlemekten gına geldi.
Herkes çok şirin, çok sevecen, çok sempatik… Sevgi pıtırcığı
(!) adeta…
Ama toplum o kadar aç ki bu erdemlere, inanmak istiyor,
özlediği bu insani hasletlere o kadar susamış ki, kana kana içmek istiyor ve
böylece yalan da olsa, oyun da olsa, kanıveriyor işte...
Böylece bir kez daha anlıyoruz ki, ülfet ve ünsiyet
insaniyet makamının birer kanadı gibidir. Onlar olmadan insanlara ulaşmak,
kalplerini kazanmak, psikolojik ve sosyolojik olarak toplum içinde sağlam
temeller atıp, selim bir şekilde yer bulmak asla mümkün değildir!
Mevki, makam, diploma, soy, servet, aşiret, kabiliyet ve bu
minvalde sayılabilecek tüm meziyetlerin bunlar olmadan hiçbir değeri yoktur…
Bu sebeple insan denilen müstesna varlığa ulaşmak ve onu
kazanmak isteyen insanın önce kendisinin insaniyet makamına çıkması, bunun için
de ülfet ve ünsiyet basamaklarını tırmanması gerekir.
Hz. Peygamber
(s.a.s) bakın ne buyuruyor; “Mümin
kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet
edilmeyende hayır yoktur”. (Ahmed b. Hanbel)
İnsanlarla ilişki kurmak konusunda, özellikle ülfet ve
ünsiyet dengesi noktasında muhakkak Allah Resulü sallallahu aleyhi vessellem’in
sözlü ve fiili sünnetinden dersler almak icap eder.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da en güzel örnek elbette
O’dur…
De ki: “Eğer Allah’ı
seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Al’i İmran,31)
Pek tabidir ki bu, meşakkatli ama faziletli ve mükafatı çok
büyük bir yoldur. Girmek isteyene, bu yolda yürümek isteyene hem bu dünyada hem
ahirette asla tarif edilemeyecek kazançlar sağlayacaktır..
Fakat bu yolda yürümek istemeyen, üşenen, kendi
doğrularıyla, vehimleriyle, bildiği gibi, burnunun dikine giden ve henüz
insanlara gülümsemeyi, iki çift laf etmeyi bile beceremeyenler yol yakınken
dönebilirler…
Zira bu yol dikenlidir, ayağını insanlardan çok seven ve
ayakları kendine baş edinenler bu yolda yürüyemez, dikenleri ayıklayıp, gülleri
deremez...