Adalet Bakanı zehir zemberek bir açıklama yaparak, yargı sisteminin
varmış olduğu çıkmaz hakkında adeta isyan etti. Bu açıklamayla ‘Adalet
sisteminin’ hazin bir şekilde çöküşünün feryadını gördük. Adalet Bakanını feryat
ettirecek kadar ‘çürümüş bir sistem’ haline gelmiş bu yargı mekanizması;
sıradan insanların işleri buraya düştüğünde karşı karşıya kaldığı adaletsizlik
girdabının boyutunu varın siz düşünün.
‘Tahliye listesi ve Tutuklama listesi’ ifadelerini kullanarak işin
vardığı dehşet noktasını bize gösterdi. Birileri tahliye listeleri
göndererek/yayınlayarak, içeriden bazılarının hemen bırakılmasını istemektedir.
Başkaları da tutuklama listeleri yayınlayarak adeta ahkâm kesmekte, kendilerini
hâkim ve savcı olarak görmekte, hüküm keserek hemen infaza başlamaktadır. Gücü
olan herkesin kendini hukukun üstünde görmek gibi hazin ve ibretlik bir dönemin
içindeyiz.
Hele sosyal medyanın ve diğer basın organlarının bir konu/olay hakkında
önceden ve tek taraflı bir şekilde hüküm vermesi, işi iyice çığırından çıkardı.
Mahkemelerin sosyal medyanın tepkisine göre karar değiştiriyor olması ise
‘adalet kavramının’ içerisine düşürüldüğü acziyeti göstermesi açısından dehşet
vericidir. Hukukun gücü, yetkisi ve kararlılığı eğer sosyal medyanın, bir takım
grupların veya bireylerin isteklerini gerçekleştirme, kapris ve saplantılarını
yerine getirme aracına dönüştürülmüşse bunun adı adalet sistemi değil ‘zulüm
sistemi’ olur.
Daha önceleri 28 Şubat yargısı, ulusalcı, sol-sosyalist ve karanlık
mihrakların beslediği basın yayının direktif ve yönlendirmelerini yerine
getirmekle kendini mükellef sayıyordu. Bu dönemde dindar insanların uğramadığı
hukuksuzluk, hiçbir kanuni gerekçesi olmadığı halde çekmediği ceza kalmadı.
Sonra FETÖ yargısı ortaya çıktı. Bu örgütün basın yayın organlarında, canlı
yayınlar eşliğinde insanlar derdest edilir, karalama kampanyalarıyla algılar
oluşturulur ve FETÖ yargısı eliyle cezalar kesilirdi.
Şimdi aynı hazin süreci tekrar yaşamak gibi bir acı sonuçla karşı karşıyayız.
Bu yüzyılda ‘adalet sistemindeki’ bu çürümüşlük hiçte hayra alamet değildir.
Eğer adalet çöküşe geçmiş ise aslında toplumsal çöküş de çoktan başlamış
demektir. Hukuksuzluk toplumsal çöküşün en büyük sebebidir. Çünkü Hakkın
olmadığı yerde mutlaka zulüm vardır. ‘Zulüm ile abad olunmaz’ demişler
atalarımız.
Adamına göre yargı, adamına göre karar diye bir algı oluşmuşsa bu
sorumluluktan kimse kaçamaz. Eğer kişilerin çıkar ve saplantılı istekleri,
hukukun üstünlüğünün önüne geçmişse büyük bir kaosun yakamıza yapıştığını artık
bilmemiz gerekmektedir. Şayet bu vakalar, sepetteki çürük elmalar misali tek
tük şeklinde ise ve şimdiye kadar gerekli tedbir ve cesur kararlarla bertaraf
edilmemişse büyük bir yönetim zafiyeti ile karşı karşıyayız.
Yok, eğer sepetteki bütün elmaların çürümesi gibi hemen her tarafa
yayılmış bir kokuşmuşluk söz konusu ise toplumsal bir felaketin eşiğindeyiz
demektir. Birilerinin hiçbir endişe duymadan ve herhangi bir korkuya kapılmadan
kendini hâkim ve savcı yerine koyup nizamat vermeye kalkışması toplumsal
çürümüşlüğün net ifadesidir. Yoksa mahkemelere rağmen ‘tahliye ve tutuklama
listeleri’ yayınlamanın başka nasıl açıklaması olabilir ki.
Hukuk herkese lazımdır. Hukukun üstünlüğü herkes için gereklidir. Adalet
sisteminin ‘HAKK’ üzerine inşa edilmesi yetkili olanların üzerinde farzdır.
Aksi takdirde her hukuksuzluk, her hak kaybı ve yerini bulmayan adaletsiz karar
ve uygulamalar yöneticilerin boyunlarına bir vebal belgesi olarak geçecektir.
Adalette reform mu, hemen şimdi…