Aslında sanat da edebiyat da vahiy kaynaklıdır, varlığını
vahye borçludur. Çünkü sanat ve edebiyat ruhla alakalıdır, Merhum Aliya
Izzetbegoviç’in dediği gibi ruhun bir tür dışa yansımasıdır. Sanat ve
edebiyatın muhatabı ruhtur, kalptir, duygulardır.
Sanat ve edebiyat, tanımını en hakiki şekilde yüce Kur’an’da
bulur. Kur’an, İslam davetçilerine doğruları insanlara götürürken en güzel
kelimeleri kullanarak, en etkileyici bir üslupla, hikmetle, ruhları ve
duyguları okşayarak götürmelerini ister. Yani anlatım dilini mükemmel bir
şekilde kullanmalarını salık verir. İşte Kur’an’ın bu buyruğunun planlı, ölçülü
bir şekilde hayata geçirilmesinin karşılığı sanat ve edebiyattır.
Bizden önceki Müslümanlar, özellikle İslam’ın zuhurundan
sonraki ilk nesiller bunu böyle anlamışlar; sanat ve edebiyat alanında
insanlığın öncüsü konumuna yükselip şiir, öykü, resim, mimari ve daha birçok
sanat ve edebiyat dalında şaheserler ortaya koymuşlardır.
Gerçek sanat ve edebiyatın sahiplerinin, öncülerinin
Müslümanlar olduğunu, Batılı sanat ve edebiyat adamlarının bu konuda
Müslümanlardan çok şey öğrendiklerini insaflı Batılı sanatçılar ve
edebiyatçılar da itiraf etmişlerdir.
Bu insaflı edebiyatçılardan biri de Tolstoy’dur. Tolstoy,
“Sanat Nedir?” adlı eserinde edebiyatı Müslümanlardan öğrendiğini
söylemektedir. Edebiyatın edepten geldiğini, bunu da en güzel şekilde Müslüman
edebiyatçıların başardığını ifade eden Tolstoy, mevcut kitabında İslami
edebiyat ve sanata büyük övgülerde bulunmaktadır.
Gerçekten de İslam medeniyeti bu kadar gerileyip ölümcül
darbeler almasına ve en az üç asırdır dünya Batı uygarlığının tahakkümüne
girmesine rağmen hala insanlık Mevlâna ayarında, Sadi denginde bir edebiyatçı,
sanatçı yetiştirememiştir.
Hindistanlı Müslüman Bilgin Hasan En-Nedvi’nin dediği gibi,
Müslümanların gerilemesiyle dünya çok büyük şeyler kaybetti. İnsanlığın
kaybettiği değerlerden biri de gerçek sanat ve edebiyat, gerçek sanat ve
edebiyat adamlarıdır.
Müslümanlar birçok alanda olduğu gibi, sanat ve edebiyat
alanında da gerileyince meydan sahte sanatçılara, edebiyat müsveddelerine
kaldı. Her tür güzelliğin, erdemin, nezaketin, terbiyenin uzmanlık dalı haline
gelmesinin adı olan sanat ve edebiyat; soytarıların, terbiyesizlerin,
ahlaksızların, şehvetperestlerin insafına terk edildi. Bu paçavralar
soytarılığı sanat, edepsizliği edebiyat diye yutturmayı başardılar ne yazık ki…
Bugün birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de Türkiye’de de
sanat ve edebiyatla yakından uzaktan alakası olmayan edepsizler, soytarılar,
ruh ve kalp düşmanları, dillerinden kir ve pislik akan şarlatanlar sanat ve
edebiyat yaptıkları iddiasıyla halkın dinine, ahlaki değerlerine, kutsallarına
savaş açmış durumdadırlar. Her türlü ahlaksızlığı, edepsizliği, fuhşiyatı,
sapıklığı, çirkinliği, yalan ve iftirayı,
zulme ve sömürüye çanak tutmayı, sapkın ideolojileri övmeyi, içlerinde
doğup büyüdükleri toplumlarını aşağılayıp küçümsemeyi, ülkenin ve genç
nesillerin geleceğini karartacak fikirlere kalemşörlük yapmayı, din
düşmanlığını, çıplaklığı, İslam büyüklerini, İslam’ın öncü neslini alaya
almayı, mukaddes ayların, İslam büyüklerinin isimlerini alay konusu yapıp
toplumun gözünde değersizleştirme çabası içine girmeyi; evet, bütün bunları
sanat ve edebiyat adına yapmayı kendilerine meslek edinmiş bu değersiz insan
paçavralarıyla mücadele şart…
Bu ülkenin, bu halkın makus talihini aydınlık yarınlara
taşımak için sanat ve edebiyatı tekrar gerçek sahipleriyle, yani Müslümanlarla
buluşturmamız gerekmektedir. Müslümanlar en güçlü bir şekilde, İslam’ın ilk
nesillerinin yaptığı gibi sanat ve edebiyat alanına el atmalı, meydanı bu
sahtekâr paçavralara bırakmamalıdır.