“Doğru ve temiz işler hep ölçülü ve ağırbaşlıdır. Ölçü olmayan yerde;
kavga, gürültü ve haksızlık vardır.” der Montaigne.
Ferşten tâ Arşa kadar her şey, bir ölçü çerçevesinde Allah tarafından
yaratılmıştır. Yıldızlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar... Kâinat içindeki tüm
mahlukatta mükemmel bir düzen olduğu, aklı başında olan herkesin bildiği ve
gördüğü bir şeydir. İnsanın gücünü ve aklını aşan bu düzen, bir yaratıcının
varlığının göstergesidir. Madem bir yaratıcı var, o zaman hem göklerin hem de
yerin bir Rabbi-terbiyecisi, düzenleyicisi- olmalı. Rab olan ise yarattığı
mahlukata mutlaka bir ölçü verir. Evet insanın ölçüsü de Allah’ın kitabı
Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnetidir. Kim ki insanların
ihtiyaçlarını bunların dışında ararsa o, insanı düzeltmekten çok bozma
taraftarı olmuş demektir.
Modern-seküler hayatın sahipleri, çağdaşlaşmaya bir ölçü biçtiler.
Modernistler, kadının özgür olmasının ölçütünü kadının bedenini teşhir etmesine
bağladılar. Ne kadar teşhir o kadar özgür sloganı ile modernizm, kadına bir
tanım biçti. Modernizm, kadının fabrika ayarlarıyla oynayarak nefsine köle ve
toplumda saldırgan ve saldırıya uğrayan nesne haline getirdi. Ar gidince ayar
da gider maalesef. Ayarı bozuk olan, aslî işlevini de kaybeder.
Ölçüsüzlerin topluma biçtiği ölçüyle hareket eden insanlar da raydan
çıkararak birer suç makinası haline geldiler. Bu ölçüsüzler, ölçüyü aştıkça
sorunlar daha da arttı. Sorunların kaynağı kendileri olmasına rağmen
ellerindeki kitle iletişim araçları ile daima gündemde kalarak toplumu yanlış
yöne kanalize etmeye çalıştılar. Yüzyıldır laik eğitim sistemi ile yetiştirilen
Müslüman evlatlarının yaptığı her hatayı İslâm dinine mal ettiler. Halbuki bu
nesil onların ürünüydü. Ektiklerini biçiyorlardı. Ürün bozuk çıkınca da gündem
saptırmalarla hedef değiştirerek kendilerini aklamaya çalıştılar.
Müslüman toplumlarda tarihte hiçbir zaman bu kadar öldürme, hırsızlık,
boşanma, kadın cinayetleri, madde bağımlılığı, israf...gibi aklınıza
gelebilecek ne kadar kötü melanet varsa toplu bir şekilde görülmedi. Bu çağ tüm
helak olan kavimlerin kötülüklerini toplayıp içimize enjekte etti adeta.
Bizler yönümüzü Batıya çevirdikçe battık. Battıkça da denize düşen yılana
sarılır misali tekrar bizi batıranların kapısına gittik. Bizleri öyle
cellatlarımıza aşık etmişlerdi ki hakikati göremiyorduk. Adeta gözlerimiz kör,
akıllarımız tutulmuştu. Kitle iletişim araçlarıyla tıpkı Firavun dönemindeki
sihirbazlar misali medya organlarıyla, film ve dizilerle bizleri
sihirlemişlerdi. Madde bağımlısı gençler gibi kurtuluşu Kur'an eczanesinde
değil de tekrar maddenin bağımlılık dozajını artıran yerde aradık. Kendilerine
hayrı dokunmayan ve kendi toplumundaki çözülmeleri düzeltmekten aciz Modernist-
Sekülerci devletlerin ayağına gittik. Gittikçe de yürüdüğümüz yolların
çukurları da o oranda arttı.
Ölçüsüzlüğü ölçü edinenlerin bizlere biçtiği ölçü ile hareket ettikçe
sorunlarımız daha da çıkılmaz hale geldi.
Evet bizler hakikati nerede kaybetmişsek orada aramamız gerekirken,
Nasreddin Hoca misali; samanlıkta kaybolan iğneyi dışarıda aramaya çalışıyoruz.
Bu hikâye, meselenin çözümünün yanlış yerde aranmakla çözümün bulunamayacağını
bizlere ibretli bir şekilde açıklıyor.
Peki çözüm nedir o zaman?
Çözümü bizlere İrlandalı Sosyalist bir Batılı olan George Bernard Shaw
söylesin:
“Problemin problem üzerine yığıldığı günümüzde, bütün problemleri bir
kahve içme rahatlığında çözen Hz. Muhammed’e, (s.a.v) beşeriyetin çok ihtiyacı
vardır.”
Hakikat, hakikattir. Hangi dilde, hangi coğrafyada ve kim söylerse
söylesin hakikatin ölçüsü değişmez.
Yalnız ölçüleri yanlış olanların bütün ölçümleri de yanlış olur.
Haddi-sınırı, ölçüyü- bilmeyenler; haddini bilmezler. Haddini bilmeyen de
had belirleyemez.
İzmir'de, kadın hakları adı altında "İslam'ın kalesi olan
tesettüre" hakaret eden foseptik çukurdan beslemeli sol zihniyete bir de
bu gözle bakın.