482

 

 

                Allah’ın seçkin, yüce kullarından biri seyahate çıkmıştı. Yolda eski uygarlıklardan kalma yıkık bir şehir harabesine rastladı. Harabenin kenarında, bir ağaç gölgeliğinde eşeğinden indi. Azık torbasını açıp yere oturdu. Salih zat besmele çekerek yemeğini yerken uzun yolculuğun yorduğu eşeği de yeşil otlarla karnını doyurmaya çalışıyordu.

Allah’ın seçkin kulu birkaç lokma yiyecekten sonra azık torbasını topladı. Binlerce yıl önceki bir uygarlığa ait şehri seyre koyuldu.

Şehrin sanki altı üstüne gelmişti. Dev yapılı taş binalar paramparça olup dağılmış, yıkık kale surları otlarla, çalılarla görünmez olmuştu. Bu yıkık, aşınmış, çoğu yerde toza toprağa karışmış şehir harabesini seyrederken insanın hüzünlenmemesi mümkün değildi.

Allah’ın Salih kulu üzüntülü bakışlarla harabeyi izlerken gözü çürümüş insan kafataslarına, kemiklerine takıldı. Derin düşüncelere daldı.

Binlerce yıl önce yaşamış insanlara ait ve şimdi toprağa karışmak üzere olan bu kemiklere tekrar nasıl et giydirilecekti acaba. Toprak olduktan sonra kıyamet gününde nasıl diriltilecekti insanlar. Kuşkusuz Allah için zor değildi. Ama yine de akıl almaz, hayret uyandırıcı bir durumdu.

Salih zat bir müddet ibadet ettikten sonra Allah’a sığınarak uzandı. Çok yorucu bir gün geçirmişti. Uzanır uzanmaz uykuya daldı. Derin, çok derin bir uyku…

Salih zat vücudunda ağrılar hissederek uyandı. Sert yerde çok uzanmış insanlar gibi sırtı, omuzları, her yeri sızlıyordu. Ayrıca çok garip, çok değişik bir ruh hali yaşıyordu. Salih zat, içinde bulunduğu durumdan sıyrılmaya çalışırken birden bütün göğü kaplayan haşmetli bir sesle titredi. İlahi, melekuti ses Salih zata sordu:

----- Ne kadar zamandır uyuyorsun?

Salih zat düşünmeden cevap verdi:

----- Kısa bir müddet… Gündüzün yarısı kadar… Her halde birkaç saat…

----- Azık torbana ve üzerindeki elbisene bak!

Allah’ın seçkin kulu bakışlarıyla azık torbasını aradı ve buldu. Azık torbası, içindeki yiyeceklerle beraber yerli yerinde duruyordu. Torbanın üzeri ince bir toz tabakasıyla kaplanmıştı, o kadar. Elbiseleri de tozlanmalarının dışında yıpranmamıştı. Herhalde o uyurken bir toz fırtınası olmuştu.

İlahi ses devam etti:

----- Şimdi de eşeğine bak!

Salih zat etrafına baktı. Lakin eşeğini bulamadı. Endişeyle sağa sola koşturdu. Hayır eşeği yoktu, görünmüyordu. Ya kaçmış, ya kaybolmuş ve ya da vahşi hayvanlara yem olmuştu.

Salih zat eşeğini ararken gözü bir hayvan iskeletine takıldı. Bakar bakmaz da iskeletin eşeğine ait olduğunu anladı. Çünkü iskeletin boynundaki yular ve sırtındaki semer çürümemişti ve kendi eşeğine aitti. Salih zat uyku esnasında olağanüstü bazı şeylerin olduğunu hissetti.

İlahi ses gökte yankılanmaya devam ederek:

--- O çürüyen iskelet senin eşeğine ait! Dedi. Biz seni tam yüz yıl uyuttuk. Tam yüz yıl… Bu bizim için kolaydır. Biz sadece ol deriz ve her şey oluverir! İşte biz ahiret günü de insanları böyle diriltiriz…

Evet, o Salih zat tam yüz yıl uyutulmuştu ve yüz yıl boyunca vücudu, elbiseleri, azık torbası ilk günkü gibi bırakılmıştı. Salih zat Allah’ın sonsuz kudreti karşısında secdeye kapandı. Coşkuyla, sevgiyle, hürmetle, yanık bir sesle ağlayıp Rabbine yalvardı:

----- İlahi! Sen sonsuz güç ve kudret sahibisin! Beni affet! And olsun ki imanımda en ufak bir şüphe ve tereddüt yoktur! Ben sadece merak etmiştim. Lütfedip bu zayıf kulunu kalben mutmain ettiğin için sana binlerce hamd…

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *