Köy, kendisine has bir yerleşim alanıdır. Zaman içinde
kendisine ait mini bir kültür ve o kültür etrafında bir aidiyet oluşturur.
Aidiyetini, kültürünün özgünlüğü üzerine inşa eder. Kendini farklılığında
görür.
Köy insanı, kültüründe bir üstünlük de bulsa ona
yönelik eleştirel bir dil de geliştirmişse ondan kolay kolay uzaklaşmayı
kabullenmez. Kültürü kendisi için mutlak bir tayin gibi düşünür; ondan
ayrılamayacağını, ondan ayrılmanın bir tür vefasızlık olacağını sanır.
Bu açıdan köylünün kendi mini köy kültüründen
uzaklaşması ancak mekân değiştirmesiyle ya da onu değiştirecek güçlü bir ikna
kabiliyetine sahip önderlikle mümkündür.
Halbuki köy kültürü, müspet olabildiği gibi menfi de
olabilir.
Osmanlı günlerinde ne yazık ki köylerin dindarlığı
ihmal edildi. Dergahların ulaşmadığı ya da kendisine ait bir ekonomi inşa
edemeyen köyler, neredeyse imam görmedi. O devirde özellikle Bektaşilik gibi
yapılar hatta Bektaşî olmadığı hâlde o kimliği kendisi için uygun saklanma alanı
gören yapılar, pek çok köyün kimliğini dönüştürdüler.
Osmanlının son devrinde askerliğin zorunlu olması ve
sürekli savaşlar, köyleri ekonomik olarak tahrip etti ve kimi köylerde sosyal
düzene de zarar verdi.
Cumhuriyet Devri’nde Diyanet İşleri Başkanlığının
kurulmasının müspet neticelerinden biri, köylere imam atanmasıdır.
Köy imamları, Anadolu köylerinin yaşamına bugüne kadar
yeteri kadar hakkıyla ifade edilmeyen bir katkı sağladılar; köylerin
kalkınmasından sosyal düzenine kadar köylere çok şey kattılar.
Son dönemde en ücra köylere kadar da imam ataması
yapıldı. Ne var ki yeni nesil ve büyük bir kısmı köy yaşamından habersiz genç
imamlar, önceki nesil imamların katkısını vermekten uzak kalabiliyor.
Üniversite veya lise mezunu genç imamların çoğunun köy
sosyolojisi hakkında herhangi bir eğitimi yok. Önemli bir kısmı, sıradan
vazifeleri icra dışında halka, gençliğe İslam’ı anlatma hususunda bir ideal
edinmemiş, o yönde bir eğitim de almamıştır. Dolayısıyla köyde bir değişim
yapacak önderlikten uzak.
Çünkü resmi veya gayri resmi eğitim kurumlarımız
maalesef İslâmî eğitim konusunda müfredat yüklemekte pek hırslı ama o
müfredatın halka nasıl yansıtılacağı ile ilgili bir programa sahip
değiller.
Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem’in insan
yetiştirme yönteminin böyle olmadığını kabullenmek istemiyorlar, kendi klasik
eğitim kurumlarının bilgi işçiliği “kültürü”nü ısrarla sürdürüyorlar, uygarlığı
eleştiriyorlar lâkin medeniyeti ihya etmeye de yanaşmıyorlar.
Örgün eğitime tabi gençler, nihayetinde bir hitabet
dersi almışlardır. İnsanî ilişkiler, baş başa anlatım gibi hususlarda hiçbir
malumata sahip değiller, böyle bir hedef de edinmemişlerdir.
Dolayısıyla köylere atandıklarında ya köyde bir
“memur” olarak kalıyorlar, köy kültürünü eleştirel bir bakışla sadece
seyrediyorlar ve şehre tayin edilmenin hayali ile yaşıyorlar ya da geleneksel
yönetim tarzında köy heyetinde bulunurken köy kültürüne boyun eğiyorlar,
“köylüleşiyorlar”.
Hayvancılık ve tarımın teşviki ve ulaşımın
kolaylaşmasıyla köylerde kalmakta kararlı kayda değer bir nüfus vardır.
Köyler ulaşım ve iletişim imkânları ile dönüşürken
sivil toplum kuruluşlarının ulaşmadığı köylerde ucube bir yaşam tarzı oluşuyor.
Bir kısmı hâlâ şehre gelirken 1980’li yıllardan bu yana yaygınlaşan ve İslâmî
kesimin büyük bir gayretle yol aldırdığı kıyafete bürünüyor. Lâkin günlük
ibadetleri de yaşam tarzları da o kıyafetten fersah fersah uzak olabiliyor.
Bu hâl son devirde dindarlaşan ama İslâmî şuuru
özümseyecek bir sosyal çevre edinmeyen şehirli kitle ile birlikte İslâmî kesimin
profilini olumsuz etkiliyor. Bunların ahlak anlayışının, yaşam tarzının
ekranlarda sergilenmesi ise bir zamanlar, “Türk sineması”nın İslâmî yaşam
tarzına vurduğu darbelerden de ağır darbeler vuruyor.
Öte yandan genç köy imamları, köylerde ciddi sorunlar
yaşıyor. Kendileri köyde zorunlu mukim iken şehirli aile efratları köy yaşamına
alışamıyor ve bu durum, aile içi gerginliğe hatta kimi zaman boşanmalara yol
açıyor.
Şehirde, cami imamlığından mahalle imamlığına doğru
bir dönüşüm şart. Köy imamlığına gelince vaziyet hiç de iç açıcı değil.
Diyanet atama konusunda yeniliklere giderken köy
imamlarının bir an önce köy sosyolojisini kapsayan bir eğitim sürecinden
geçirilmesi, müftülerin de bu yönde eğitilmeleri aciliyet arz etmektedir.
Onca ilmî eğitimden geçen müftülerin köy sosyolojisi
konusunda neredeyse hiç eğitim almamaları, din eğitiminin nasıl da klasik,
donuk ve tüketici bir kültüre mahkûm edildiğinin kanıtı kabul edilmelidir.
0 yorum