İslam tarihi bize şu hakikati
ilan ediyor: Takva ehli kendi arasında anlaşamadığında iktidar, dünya hayatına
düşkün Müslümanlara kalmıştır.
Dünya ehli Müslümanlar da
kendi aralarında anlaşamadıklarında ise onlara zulümde sınır tanımayan dış
güçler ve onlarla işbirliği hâlinde zalimler musallat olmuştur.
Bu, özellikle kritik
devirlerde, bütün yurtlar için geçerli açık bir kanundur. Bu kanuna gözlerini
kapatanlar, aldanmışlardır, aldatıyorlardır ya da siyaset ilmini bilmekten uzaklardır.
İslam toplumları, İslam’ın
kendilerine verdiği “hür olmak” şuuruyla doğrudan ilgili olarak kendilerini
daima yönetimler nezdinde müfettiş gibi görmüşlerdir.
Yönetimler, adaletten
saptığında Müslüman toplumlar, onları kimi zaman hatip ve vaizlerin uyarılarıyla,
kimi zaman doğrudan uyarılarla hizaya getirmeye çalışırlar. Rüşvet yemek
haramdır, rüşvet yiyen melündur, kamu malında yetim hakkı vardır, ölçüyü doğru
tutmayanı Allah alaşağı eder… Diyerek yöneticilere tenzirde bulunurlar.
Yönetim ya bu sese kulak
verir ya da yoluna devam eder.
Müslüman toplumun yönetimler
karşısında, hiç eskimeyen iki etkin silahı vardır: maslahatı gözetmek ve
eblehlik anlamında saf görünmek.
Bunlardan ilki yönetimde
istikrarı sağlar, ikincisi yönetimdekilerin kendilerini alternatifsiz
görmelerinin önüne geçer, onları yerlerinden olma endişesine maruz bırakır.
Müslüman toplum, maslahatı
gözeterek dünyaya düşkün Müslümanlar karşısında alternatif olmaya çalışan
dinsiz ve zalimlerin heveslerini bir süre kursaklarında bırakır.
Lâkin dünyaya düşkün
Müslümanlar, Müslüman toplumun istikrarla ilgili maslahatı gözetme eğilimini
suiistimal ettiklerinde işler değişir.
Müslüman toplum, dünya
siyasetinden anlamaz görünerek onları yerlerinden edecek eğilimlere doğru
gider.
Bu vaziyet kritik bir noktaya
geldiğinde bu kez, uyarma sırası dünyaya düşkün, iktidar sahibi
Müslümanlardadır.
“Ey Müslümanlar, saf mısınız?
Yoldan mı çıktınız? Karşımızdakiler dine düşmandır!” der ama Müslüman toplum,
onları duymazlıktan gelir.
Buna karşı onlar, figan eder,
toplumu ahmaklıkla itham ederler.
Müslüman toplum, eblehlik
anlamında asla saf değildir, hele ahmak hiç değildir. Lâkin onda yoldan çıkan
idarecileri cezalandırma eğilimi hep vardır:
Ya kendilerini düzeltirler ya
yerlerinden olurlar.
İşte bu noktada genel anlamda
Müslüman toplumun bir ölçüsü vardır: Dış istilaya yol açmayacaksa idareciyi
değiştirme konusunda fazlasıyla rahat davranmak… Buna belki toplumsal
duyarsızlığa kapılmış izlenimi verecek şekilde, kendini iyi idare
edemeyenlerden beri tutmak da denebilir.
Bunun zaman zaman zalimlerin
işini kolaylaştırdığı ve onların yolunu açtığı malumdur. Ama idareyi ele
geçirip duyarsızlaşan, toplumun çıkarlarını gözetmekten uzaklaşan, dünya malı
toplamaya başlayıp etraflarına dünyalık tipleri toplayan idarecileri, kaygılı
tutmanın başka bir yolu da kimi zaman kalmıyor.
Müslüman toplum, bunu
istilaya razı olmaya kadar götürmüş müdür? Ne yazık ki tarihte birkaç örnekle
evet!
İslam aleminin batısında
Endülüs ve Sicilya’nın kaybında Müslüman toplumun iktidarlardan nefret eder
duruma gelmesinin etkisi vardır.
Doğu Türkistan’ın 12.
yüzyılda Karahıtaylıların hakimiyeti altına girmesinde ise bunun açık bir
etkisi vardır. Hârizimşahlıların zulmü karşısında ne yazık ki Müslümanların
önemli bir bölümü dış istilaya dahi razı olmuştur.
Bu son hâl, başlangıçta bir
tepki görünse de aslında yöneten ve yönetilenlerle birlikte bütün Müslüman
toplumun kıyametidir.
Bu son tavrı seçip de iflah
olan hiçbir Müslüman toplum yoktur.
0 yorum