211


Davet, kulluk mertebelerinin en şerefli olanıdır. Şeytanın tuzağına düşmüşleri dünyevî hiçbir çıkar beklemeden kurtarmaya çalışmaktır. Cehennemin yakıcı ateşine karşı bir uyarıcıdır. Yanlış yollara sapanları doğru yola iletmektir. Çağın iletişim araçlarıyla birlikte diğer etkili araçlarını da vesile kılarak, insanları doğruya yöneltmektir. Eşitliği, kardeşliği, adaleti, barışı, sevgiyi, hoşgörüyü, toplumsal birlikteliği yeryüzüne yaymaktır.

Davet, dünyanın en hayırlı ve en faydalı mesleğidir. Fedakârlıktır, samimiyettir, çıkarsız bir zahmet, muttakiler için rahmettir. Zorluklara katlanma, musibetlere sabretmedir. Muhtelif yöntemlerle insanları hakikate çağırmaktır. Tükenmekte olan bir ömre Allah Teâlâ’nın yardım ve inayetiyle ab-ı hayat sunmaktır; ölmüş kalpleri diriltmektir. Karanlıktan aydınlığa, zilletten izzete, küfürden imana, ilkellikten medeniyete doğru yürümektir.

Davet, davetçinin muhatabına sarfettiği üç-beş cümleden ibaret değildir kesinlikle. Çünkü davet, tevhid önderleri Peygamberlerin ve onlardan sonra gelen halifelerin hakkıyla yerine getirdiği ilahi bir işlevdir; dolaysıyla davetçi için de “kutsal bir görev”dir.

Tevhid önderleri Peygamberler, hayatları boyunca gece gündüz ayırımı gözetmeden insanları Allah’ın birliğine, ezeli ve ebediliğine davet etmişlerdir. Muhataplarından herhangi bir karşılık beklememiş; mükâfatlarını sadece yüce yaratıcıdan ummuşlardır. Muhataplarının kibirlerinden dolayı davetlerine karşılık vermemesi, bu ilahi görevlerini yerine getirmelerine mani olmamıştır.

Bu gerçek, 950 sene davet görevini yerine getiren ulu’l azm (azim sahibi) Peygamberlerden Hz. Nuh (as)’ın hayatında görülmektedir: “De ki; ‘Ey Rabbim, ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim çağırmam, sadece onların kaçmalarını artırdı. Ve ben, onları bağışlaman için her davet ettiğimde onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler ve kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nuh/5-7)

Davetçi İçin ‘Siyaset’ Bir ‘Davet Alanı’dır

Peygamberlerin yolunu sürdüren ve İslamî hassasiyetleri her şeyden üstün tutan Müslüman bir davetçi, her şart ve ortamda misyonunun yükümlülüklerini hakkıyla yerine getirmeye çalışır. Bunu yerine getirirken çağın etkili araçlarını da, İslamî kaideleri gözeterek kullanır.

Aslında davetçinin ne ile uğraştığı, nerde ve ne zaman ne iş yaptığı pek önemli değildir. Önemli olan, kutsal bir görev mahiyetindeki daveti hakkıyla yerine getirebilmesidir. Çünkü Kur’an’a hizmeti şiar edinmiş bir davetçi için diğer tüm alanlar olduğu gibi ‘siyaset’ dahi bir ‘davet alanı’dır.

Siyasetle iştigal eden hassasiyet sahibi davetçilerin misyonuyla ilgili en güzel tespiti Şehid Hasan el Benna yapmıştır. İmam el Benna, şunları der: “Kardeşlerim! Kur’an sağımızda, sünnet solumuzda olduğu halde yola koyulmuşuz. Gayemiz; insanları İslam’ın emir ve yasaklarına davet etmektir. Bizim siyasetimiz bundan başkası değildir. Tüm insanlık şahit osun ki, biz böyle siyasileriz. Kardeşlerim! İslam, iki dünya mutluluğunu garantileyen bir siyasete sahiptir. İşte siyasetimiz onun ta kendisidir.”

İslam'ı ölçü alarak ‘Siyasete İslamî renk katma’ hedefi ve ‘adaleti yeniden tesis etme’ düsturuyla çalışmalar yapan Hür Kadroların yüklendikleri misyon ve yaptıkları siyaset de, insanları İslam’ın emir ve yasaklarına davet etmeyle beraber; temsilden yoksun insanların sözcüsü olmak, insanların sorun ve sıkıntılarıyla hemhal olmak, dağılmış safları birleştirmek, yanlışları düzeltmek, milletin ve memleketin maslahat ve menfaatini gözetmek, topluma fayda sağlayacak çözümler üretmek ve ülkenin özlemle beklediği ‘adil siyaset’ yapmak, ayrıca politik cedelleşmeden uzak durarak siyasette davetçinin misyonunun nasıl olması gerektiğini topluma öğretmektir.

Hür davetçilerin/hür kadroların siyasi alanda muvaffakiyetlerini görmek temennisiyle...

 

 

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *