Ben yalancıyım diyen bir
insanla karşılaştınız mı hiç?
Ben dürüst değilim diyen bir
insana rastladınız mı hiç?
Eminim ki rastlamadınız ve
muhtemelen rastlamayacaksınız.
Peki, herkes gerçekten samimi
ve dürüst ise bu kadar kavga neden?
Herkes bu kadar samimi ve
dürüst ise bu düşmanlık neden?
Öyle ya siz dürüst olduğunuz
için neden sizinle kavgaya tutuşulur ki…
Belki de bu kavga, bu savaş,
insanın kendisine, kendi benliğine karşı yürüttüğü bir savaştı.
Kendinde görmek istemediği,
her baktığında kendi karanlık tarafını gördüğü için verdiği bir savaştı.
Tıpkı Stefan Zweig’ın dediği
gibi: “İçimdeki bir şey haklı çıkmak istiyordu ve savaşabildiğim tek şey
içimdeki bu öteki Ben’di.”
Kim bilir yıllarca kendisine
fısıldayan ve her seferinde bastırılan iç sesinin, dışarıdan gelen yankısıydı
bu düşman…
Öyle ya yıllarca her işlediği
günah veya yediği kul hakkının ardından duyduğu vicdan azabını dindirmeyi
başarabilmiş; ancak şimdi vicdanı karşısına dikilip bu işleri bırakmasını
kendisine öğütlemeye başlamıştı; üstelik başka bir bedende…
Bir anlamda insanın ortadan
kaldırmak istediği iyi ve kötü tarafıdır; ancak kişi o an hangi beni yaşıyorsa
ötekini; iyi ise kötüyü, kötü ise iyiyi yok etmek isteyecektir.
Çünkü yıllardır içinde
sakladığı ‘öteki ben’e zarar verememiş sadece bastırarak, gizleme yoluna
gitmiş, Bu durum ben’i rahatsız etmiş, her gün içinde sakladığı ‘öteki ben’i
görmek ona ruhsal bir baskı kuracağından, bir yolunu bulup onu suçlamalı ve göz
önünden kaldırmalıydı…
Dostoyevski: “içimizdeki
“ben”dir “öteki”. Öteki algımız, kendimizi, derinlerde kendimizi nasıl
algıladığımızla ilişkilidir” ve “Aşağılık biri miyim ben?” diye sorar. Elbette
‘değilim’ diyecektir. O halde içimdeki bu aşağılık adam kim? Sorunun yanıtı
kolaydır. O mutlaka “öteki” olmalıdır. Çünkü aşağılık olanlar hep ötekilerdir.
Öteki, kişiliğimizin yüzleşmek istemediğimiz yanları olarak karşımıza çıkar.”
Doğrusu yüce Yaratıcımızın,
ikiyüzlü insanları neden aşağıların aşağısı olarak buyurduğunu ve Efendimiz
(s.a.v)’in “Mümin, müminin aynasıdır” sözünü de daha iyi anlamış oldum.
Peki, ama neden aynanın
karşısına geçen bir insan kendinde gördüğü kusurlar için aynayı suçlar ki…
Neden kendi kusuru için
aynayı kırar ki…
Bütün bu yazdıklarımızın
ışığında ve Hz. Muhammed (s.a.v)'den sonra kimseye vahiy gelmediğinden şöyle
bir sonuca varabiliriz;
1: Size birini kötüleyen bir
insan, kötülediği insanla kişisel bir sorun yaşamış olabilir.
2: Size birini kötüleyen bir
insan, aslında kendi kusurlarını anlatıyor olabilir.
3: Velev ki kötülediği kişi
dediği gibi kötü olsun, bu durumda sizin ondan nefret mi etmeniz; yoksa onunla
daha fazla yakınlaşıp onu o kötülükten alıkoymanız mı gerekiyor.
Peki, rabbimiz bizden ne
istiyor?
Rabbimiz bizden kötüleri
değil; kötülüğü ve kötülüğe götürecek yolları ortadan kaldırmamızı istiyor; Ama
maalesef biz kötülüğü ortada bırakıyor ve insanları kötüleyene inanıp,
kötülediklerimizden uzaklaşıyor, onu şeytanla baş başa bırakıyoruz.
Bunun sonucunda yoldan
sapmasıyla, vicdan azabı duymak yerine, kendimizi suçlamak yerine, onu
kötüleyen şahıs için “Vay be ne basiretli adammış, çok ileri görüşlüymüş”
diyerek, kötülediği kişinin, imanının elden gitmesine sebebiyet veren, bu
kişiye hayranlığımızı dile getiriyoruz.
Belki de bütün bunlar
bilinçaltında yaşanan ve kişinin bilinçlenmeden farkına varamayacağı bir
süreçtir.
Jung’un şu sözünü tekrar
hatırlatarak bu hafta da sizlere veda edelim: “Siz bilinçaltınızı bilince
dönüştürene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader
diyeceksiniz...”